Ana Sayfa İletişim
Kullanıcı Girişi
Sakarya Hava Durumu

SAKARYA

Faydalı Linkler
















AYDINLAR OCAĞI DERNEKLERİ 28. BÜYÜK ŞURASI SONUÇ BİLDİRİSİ

Aydınlar Ocağı Dernekleri 28. Büyük Şurası geleneğimize uygun olarak 03-05 Kasım 2006 tarihlerinde Adana’da, Adana Aydınlar Ocağı Başkanı Faruk Mağden’in ev sahipliğinde gerçekleştirilmiştir. Şuramıza 28 Aydınlar Ocağı katılmıştır.
Şuramız; milli varlığımız üzerinde kara bulutların dolaştırıldığı, dış dayatmaların ve içerideki işbirlikçilerinin gayretlerini arttırdıkları bir ortamda yapılmaktadır. Türkiye önemli bir dönemeçten geçmektedir. İki kutuplu dengenin ve Soğuk Harp şartlarının hâkim olduğu dönemlerde Türkiye’nin işi kolaydı. Türkiye, Batı Bloku’nun, NATO’nun en Doğuda yer alan ve büyük önem taşıyan bir ülkesiydi. NATO’nun gündeminin ve tehlike algılamasının değişmesi, küresel güce uygun Yeni Dünya Düzeninin gerçekleştirilme gayretleri, Türkiye gibi önü açılmış milli devletlerle uğraşmayı öne çıkarmış; küresel gücün iktisadi, siyasi ve kültürel egemenliğini perçinleme gayretlerini arttırmıştır. Yaşadığımız bölge başta olmak üzere, Dünya büyük istikrarsızlıklara ve belirsizliklere sahne olmuştur. Böyle bir ortamda ülke çıkarlarını korumak zorlaşmış, ihtisaslaşma ve yükselen milliyetçilik ön plâna çıkmıştır.
Değişik açılardan Türkiye’ye karşı bir soğuk savaş sürmektedir. Dıştan kumandalı iç ihanet; büyük boyutlara ulaşmış, Türkiye’yi Türkiye yapan değerlere ve TSK başta olmak üzere milli kurumlarımıza savaş açılmış, Cumhuriyet, milli ve üniter devlet anlayışımız ciddi tehlikelerle karşılaşmıştır. Cumhuriyet kurulduğundan beri Türkiye bu ölçüde tehditlerle karşılaşmamıştı.
Buna karşılık; ülkeyi yönetenlerin hazırlıksız yakalandığı, duyarsız kaldığı içeride mutabakatların geliştirilemediği, artık yabancıların yargı dahil iç işlerimize müdahalelerinin normal karşılandığı bir döneme girdik. Türkiye, hayali bir AB üyeliği uğruna geri dönemeyeceği imzaları attı ve bir takım tavizler verdi. AB tarafından desteklenen etnik farklılaştırma ve çatıştırma, milli mücadelede kader birliği yapmış olanların çocuklarını  birbirine karşı nispeten ötekileştirmiştir. Etnik kavgalar körüklenmektedir.
Aslında birbirine rakip olmaması gereken etniklikle milliyet birbirine karıştırılarak Türkiye’de yapay milletleşmeler tahrik edilmekte ve farklılıkların ırkçılığı yapılmaktadır. Hiçbir ciddi devlette çözümü demokrasi içinde bulunamayacak olan ayrılıkçı, bölücü  ve ırkçı talepler demokratikleşme diye savunulmaktadır.
İslâmi görünüm altında İslâm’ın tanınmaz hale getirilmesine çalışan çağımızda küresel irticayı temsil eden Vatikan patentli diyalog oyunları, değişik bir misyonerlik çeşidi olarak ortaya çıkmaktadır. En son ve en mütekâmil din olan İslâm’ın diğer dinlerle ve diğer peygamberlerle takviye edilmesine ihtiyaç yoktur.
Türk milletinin lâik, anti-lâik kamplara ayrılmasından fayda uman iç ve dış çevreler de  vardır. Böyle bir kamplaşma milli bütünlüğümüz bakımından yanlıştır ve ülkenin asıl gündemini değiştirmek amacını taşımakta, misyonerliğe alan açmaktadır.
Ekonomimiz; bankalardan finans kaynaklarına ve çeşitli stratejik kamu kuruluşlarına kadar yabancı boyunduruğuna girmekte; bu durum dış politika dahil birçok alanda telafisi mümkün olmayan ödünler vermemize sebep olmaktadır. Yabancılaşma şekline bürünmüş olan özelleştirmeler ile kuruluşlarımız bir veya iki yıllık kârları karşılığı yabancıların ve onların içerideki temsilcilerinin eline geçmektedir. Dış borç ve cari açık tehlikeli noktalara varmıştır. Türkiye’nin bütçesinin büyük çoğunluğu borç ve faiz ödemelerine gitmektedir. Sıcak para siyasi bir tehdit unsuru olmuş; hiçbir yerden elde edemeyeceği kârı Türkiye’den elde eder hale gelmiştir. İşsizlik resmi rakamların çok üstündedir. Düşük kur politikası ve YTL’nin gereğinden fazla kıymetli oluşu ihracatı değil; gereksiz ithalatı körüklemektedir. Türkiye, sanayileşmeyi tartışmamakta; bilhassa Uzak Doğu’nun açık pazarı yapılmaktadır.
Devlet, sosyal fonksiyonlarını yerine getiremediği için yoksullaşma gündem maddesi olmuştur. Klâsik devlet anlayışımız değişmiş, vatandaşa müşteri gözüyle bakan bir anlayışa bürünmüştür. Cari açığı kapamak için sıcak para akışı hoşgörüyle karşılanmaktadır. Yolsuzluklar artan hızda sürmektedir. Türkiye’de en düşük %20’lik grup milli gelirin ancak 6’sını alırken; en yüksek %20’lik grup ise, milli gelirin %48.3’ünü almaktadır.
Milli ve manevi değerlerden her geçen gün uzaklaşmanın, yabancılaşmanın sonucu olarak orta öğretimde şiddet ve terörün, uyuşturucu kullanımının vardığı boyutlara üzülerek şahit olmaktayız. Bunlar gençliğe, Türkiye’nin geleceğine yönelmiş terör hareketleridir.
Türkiye’de yapılan eğitim değil; sınav ve ezbere şartlanmış eksik bir öğretimdir. Eğitim programları sürekli budanmakta, komşularla barış adı altında mütekabiliyete dayanmayan çıkarmalara sahne olmaktadır. Özgür düşünce adına gençleri yalnızlaştıran, tekleştiren, onları sosyal bağlardan soyutlayan, idealsiz kılan, öğretici değil yargılayıcı bir anlayış Türkiye için son derece tehlikelidir.
Yazılı ve görüntülü basının önemli bir bölümü sanki Türkiye’yle kavgalı gibi bir görünümdedir. Normal dışı olan her sapma davranış, normal ve ideal gibi takdim edilmektedir. Bu yayınlar aile yapımızı tahrip ettiğinden RTÜK tarafından önlenmelidir.
Bütün bu ve bu gibi olumsuzluklara rağmen, Türk aydınları olarak gelecekten ümidi kesmek mümkün değildir. Çıkış yolları; milli devlete, üniter yapıya, Cumhuriyete ve Türkiye’yi Türkiye yapan değerlere içten bağlılıkla, demokrasiyi yozlaştırmamakla ve anlamlı güç birliğiyle aşılabilir. 

Bazı Tespit Ve Teklifler:

  • Ciddi ve geleneğe sahip devletlerin vazgeçemeyeceği ve tartıştırmayacağı değer ve ilkelerden Türkiye de vazgeçemez ve tartıştıramaz. Kendisini açık arttırmaya çıkaramaz.
  • Sadece coğrafi birlikteliğe dayanan “Türkiyelilik” ve kültürel boyutu olmayan sadece hukuki bir tanım olan“Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” ne milli kimlik; ne de üst kimlik olabilir.
  • Anayasamızın temel ve giriş maddeleri değiştirilemez. Türkiye’de milli kimliğin ismi Türk’tür. Diğer milli  kimliklerde olduğu gibi birleştirici ve kapsayıcı bir milli kimliktir.
  • Türk, etnik bir grup da değildir. Anadolu’da hâkim kültürün ve milletin adıdır. Bunu içine sindiremeyenlerin vatandaşlıkta kalma mecburiyetleri yoktur.
  • Ülke düşmanlarının dört gözle bekledikleri gündem değiştirici lâik, anti-lâik çatışmalarından herkes kaçınmalıdır.
  • Osmanlı-Cumhuriyet karşıtlığı ve millet-ümmet rekabeti bizi asıl düşünmemiz gerekenlerden uzaklaştırmaktadır.
  • Cumhuriyet, milliyetçilik ve demokrasi birbirini tamamlayan bir bütünün parçalarıdır. Bunları birbirine rakip konuma sokmak yanlıştır ve maksatlıdır.
  • Milli bayramlarda bayrak asma hassasiyeti geliştirilmelidir.
  • Milli devlete karşı alternatif egemenlik alanları açmaya dönük bölgesel kalkınma ajansları ve mahalli yönetimlerle ilgili yasa tasarıları tekrar gözden geçirilmeli; yasaları çiğneyen, milli devlete meydan okuyan bazı mahalli yöneticilere gerekli işlem yapılmalıdır.
  • Türkiye’yi yönetilemez hale getirecek ve bünyemize uymayan, dayatılan yasa değişikliklerine karşı direnebilmeli, yasaların içinin boşaltılmasına fırsat verilmemelidir.
  • Düşünce özgürlüğü hakaret serbestliği değildir. Bir taraftan özgürlükleri genişletmek adına talep edilenler, diğer taraftan özelleştirme talepleri, kamu harcamalarının kısılması istekleri, yolsuzluklar ve “Devletinle kavganı meşru ve aleni yap” anlamına gelen 301. maddenin kaldırılması talepleri bir bütünün parçalarıdır.

İtalya, İspanya, Fransa ve Almanya gibi AB üyesi ülkelerde TCK’nun 301. maddesinin benzerleri yürürlüktedir. Bu maddenin değiştirilmesi veya kaldırılması kabul edilemez.

  • AB-Türkiye ilişkilerinin getirildiği nokta gerçekten çok vahimdir. AB, Türkiye için güvenlik sorunu olmuştur. AB, İspanya örneğinde olduğu ve Türkiye’ye dayatıldığı gibi birleştirici değil; bölücüdür. AB’nin isteklerine karşı dik durulmalı ve gerekli siyasi kozlar kullanılmalıdır. Dünün sömürgecileri tahrik edilmemelidir. Bugünkü görünümüyle AB üyeliği, Türkiye için teslimiyetten başka hiçbir anlam taşımamaktadır.

Türkiye, milletlerarası hukuku hiçe sayan ve Rum kesimini tek taraflı AB’ne kabul eden AB Kararını Lahey Adalet Divanı’na götürebilir.

  • Yer ve kuruluş adlarında Türkçe’ye saygı gösterilmelidir. Esenboğa Havaalanı’nın ismine yapılan “Anatolia” ilâvesi çıkarılmalıdır.
  • AB’nin öngördüğü dil politikası çok dilliliği ön plana çıkararak Türkçeyi kültür dili olmaktan uzaklaştırmaktadır.
  • AB’nin Ankara’ya gönderdiği büyükelçiler diplomatik nezaket ve misafir oldukları ülkeye saygıyı öğrenmelidirler. Dün Karen Fogg, bugün Kretschmer’in küstahça tutumları terör örgütünün sözcüsü gibi davranmaları, iç işlerimize müdahaleleri yeni temsilciyle tekrar edilmemelidir. Türkiye’nin ABD ve AB ile olan ilişkilerinin düzelebilmesi, ülke çıkarlarının esas alınabilmesi için ekonomideki kamburların giderilmesi ve ipoteklerin kalkması gerekmektedir.
  • Baş müzakereci Devlet Bakanının söylediği gibi Kıbrıs konusunda Türkiye her teklife açık olamaz. Kurduğumuz devleti koruma şeref ve haysiyetini göstermeliyiz. Ambargoların kalkması, ek protokolün imzalanarak Kıbrıs’ta Rumların tek devlet olarak kabul edilmesinin gerekçesi olamaz. Fin teklifinde olduğu gibi Magosa’yı AB’nin, Maraş’ı BM’in bugün denetimine terk etmek demek; yarın buralardan elini ayağını çekmek demektir. Magosa’dan serbest ticaretin Rum kontrolünde yapılması kabul edilemez. Türkiye, milli davalarını savunmak ve onlara sahip çıkmak durumundadır. Milli davalarda ikili oynanmaz.
  • Irak’ta ve bilhassa Irak’ın kuzeyindeki gelişmeler Türkiye için önemlidir. Türkiye, Terörle Mücadele Koordinatörlüğü ile uyuşturulmamalıdır. “Irak sorununa Türkmen gözlüğüyle bakmıyoruz” demek; güneyimizde inisiyatifi ABD’ye terk etmek demektir. İkinci Habur kapısının açılması ısrarla takip edilmelidir. Türkmenlerin can ve mal güvenliği korunmalı, soykırımlar önlenmelidir.
  • Taban fiyat politikasının yerini alamayan doğrudan destek politikasıyla Türk çiftçisinin uğradığı zarar ortadayken; tohum ve hayvancılıkla ilgili dış telkinlere itibar edilmemelidir.
  • AB ülkeleri ve ABD bile milli güvenlik gerekçesiyle yabancı sermayeyi sınırlandırırken Türkiye’deki serbesti kabul edilemez. Yatırım yapan ve istihdam yaratan doğrudan yabancı sermayeye karşı olamayız.
  • Türkiye’nin, Uzak Doğu’nun açık pazarı olmaktan çıkarılması için gerekli tedbirler ve kısıtlamalar alınmalıdır.
  • Papa’nın Türkiye ziyareti O    rtodoks ve Katolik Dünyasını kaynaştırmak amacını taşımakta ve Patrikhane’nin Vatikanlaşmasına destek olmak içindir. Patrikhane’nin ekümeniklik iddiasını güçlendirici ve Heybeliada ruhban okuluna destek sağlayacak bu ziyaret küresel irticanın yeni bir Anadolu Haçlı Seferidir. Sınırlı turizm geliri için önemli tavizler verilmemelidir. Bu ziyareti içimize sindiremiyoruz.
  • Ermenilerin sorunu olmaktan çok; Ermenileri kullananların sorunu haline gelen, Türk düşmanlığını diasporadan maddi desteğin sağlanmasının gerekçesi gibi gören Ermeni iddialarına karşı önce ülkeyi yönetenler kararlı bir tutum izlemelidir.

Ermenice bilen uzman sayısı arttırılmalı, bu konuda Yüksek Lisans ve Doktoralar yaptırılmalı, stratejik araştırma merkezleri arasında eşgüdüm sağlanabilmelidir.   

  • Kahramanmaraş ve Adana’da Türk’e yapılan soykırımları ifade eden anıtlar dikilmelidir. Iğdır’daki anıttan da başta bazı mahalli yöneticiler olmak üzere kimse rahatsız olmamalıdır. 
  • Fransa’nın Ermeni konusunda çıkarmış olduğu yasaya karşı uluslar arası ilişkilerde geçerli olan mütekabiliyete uygun hareket edilmelidir.
  • İmar yasalarında değişiklik yapılarak misyonerliği teşvik eden hususlar değiştirilmelidir.
  • Yeterli incelenmeden çıkarılan Vakıflar Yasası TBMM’nin itibarını zedelemiştir. Milli Mücadeleyi yürüten bir tarihi meclisin ileride karmaşa yaratacak bu yasayı kabul etmesi üzüntü vericidir.
  • Sayın Cumhurbaşkanınca ve siyasi partilerce bu çarpık yasa iptali talebiyle Anayasa Mahkemesine götürülmelidir.
  • Balkanlardaki Türk-Osmanlı vakıflarının elden çıkmasına seyirci kalınmamalıdır.
  • Yerli malı kullanma şuuru kazanılmalıdır. Son yıllarda kapanan işyerleri ve artan işsizliğin en önemli sebeplerinden birisi budur. Türkiye’nin Uzak-Doğu tarafından soyulan bir ülke olmaktan çıkarılması için gerekli tedbirler alınmalıdır.
  • İthal doktor düşüncesi son derece yanlıştır. Bu yanlış ülkemize yeni misyonerlerin ve yabancı istihbarat elemanlarının daveti olacaktır.
  • Lübnan’a asker gönderiyorsak, yardımlar yapıyorsak Lübnan Meclisinin aldığı 2001 tarihli sözde Ermeni soykırımı yasası kaldırılmalıdır.
  • Türk Dünyasıyla ilişkiler geliştirilmeli ve soydaşlarımızın insan hakları ihlallerine karşı tedbirler alınmalı, bizi birbirimize düşürecek kışkırtıcı eylemlere dikkat edilmelidir.
  • Terörle mücadelede kararlılık ve etkinlik, yanlış siyasi beyanlarla ve politikalarla zedelenmemelidir. Terör örgütü bir suç örgütüdür, hukuk devletinde sadece yargılanır, dış telkinlerle siyasallaştırılamaz ve siyasete de davet edilemez. Terör örgütünün yandaşı gibi tavır alan AB yetkililerine gerekli tepki gösterilmelidir.
  • Bölgemizdeki bazı devletlerin nükleer silah geliştirmeye yönelik çalışmaları devletimiz tarafından dikkatle takip edilerek, güvenliğimizi tehdit edebilecek gelişmelere karşı ivedilikle tedbir alınmalıdır.
  • Yabancılara toprak satışında her ciddi ülkenin uyguladığı mütekabiliyet esaslarına uyulmalıdır.
  • Adana’da uygulanan iskân politikası ile yeniden yapılaşma örnek alınmalıdır. Çukurova’daki tarım alanlarının amacı dışında kullanılması önlenmelidir. Sulamadaki kapasite kullanımı oranı arttırılmalıdır.

Adana, Aydınlar Ocağı Genel Merkezi, Anadolu, Bakırköy, Balıkesir, Bandırma, Bursa, Erzurum, Harput, Hatay, İnegöl, Kars, Kırıkkale, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mimar Sinan, Nizip, Ondokuz Eylül, Rize, Sakarya, Tekirdağ, Trabzon Aydınlar Ocağı

 

 
POOLSOFT BİLİŞİM HİZMETLERİ Tüm hakları saklıdır ve tüm içeriğine ait lisans ve telif hakları T.C yasalarınca korunmaktadır. İzinsiz kopylanması veya yayınlanması yasaktır.