|
Sakarya Hava Durumu |
|

|
|
|
Faydalı Linkler |
|
|
|

|
AYDINLAR OCAĞI DERNEKLERİ 30. BÜYÜK ŞURASI SONUÇ BİLDİRGESİ
23–25 MAYIS 2008 İNEGÖL
Aydınlar Ocağı Dernekleri 30. Büyük Şurası tarihi geleneğimize uygun olarak 23-25 Mayıs 2008 tarihleri arasında İnegöl Aydınlar Ocağımızın ev sahipliğinde gerçekleştirilmiştir.
Otuzuncu Büyük Şuramız, dünyada küresel çapta belirsizliklerin ve istikrarsızlıkların arttığı, Türkiye’nin Türkiye olmaktan çıkarılmaya çalışıldığı, milli devlet, milli kimlik, üniter yapı ve Sevr şartlarının tartışılmaya açıldığı bir döneme rastlamıştır. Bu dönemde, küresel güçlerin güdümündeki bazı sivil toplum kuruluşları aracılığı ile milli devletler müdahaleye uğramakta, turuncu devrimler birbirini izlemekte, turuncu devrim yaptırılmayan ülkelerde ise demokrasiler turunculaştırılmakta ve emperyal demokrasi ideal demokrasinin yerini almaktadır. Bunun sonucu olarak, milletler arası hukukun hiçe sayıldığı, milli bağımsızlık ve egemenlik haklarına açık saldırılarda bulunulduğu, dost ve düşmanın belirsizleştiği görülmektedir.
Milli varlığımıza kasteden egemen güçler ve onların yerli işbirlikçileri, insanımızın inançları ve kutsal dinimiz üzerinde de tehlikeli oyunlar oynamaktadırlar. Bu çerçevede İslâmî görünüm altında İslâm tanınmaz hale getirilmektedir. Çağımızda küresel irticayı temsil eden Vatikan patentli diyalog oyunları, değişik bir misyonerlik çeşidi olarak ortaya çıkmaktadır. En son, en mütekâmil ve hak din olan İslâm’ın diğer dinlerle ve diğer peygamberlerle takviye edilmesine ihtiyacı yoktur. Ayrıca, son günlerde ortaya konulan tehlikeli oyunlardan biri de Türk Milletinin lâik, anti-lâik kamplara ayrılmasıdır. Böyle bir kamplaşma milli bütünlüğümüz için büyük bir tehdit oluşturmakta ve ülkenin asıl gündemini değiştirmek amacını taşımaktadır.
Aydınlar Ocakları olarak bizler bu tehlikeli tuzaklara düşülmemesi ve bunun yerine ülkemizin asıl gündemini oluşturan ana meseleler üzerinde durulması gerektiğine inanmaktayız. Bu inançla gerçekleştirdiğimiz 30. Büyük Şuramızın, karşı karşıya bulunduğumuz ana meseleler üzerinde tespit ettiği görüş ve teklifler aşağıda belirtilmiştir.
Son günlerde içişlerimize, özellikle yargıya dış güçler ve AB yetkililerince yapılan müdahaleler onur kırıcı boyutlara ulaşmıştır. Bu konuda üçlü bir yanlış söz konusudur. AB’nin Anayasa Mahkemesi’nde görülmekte olan bir davaya ilişkin giderek artan bir baskı oluşturması ve siyasi yetkililerin bu müdahaleye duyarsız ve suskun kalmaları ne kadar yanlışsa, Yargıtay’ın da yürütme organına muhtıra niteliği taşıyan bir bildiri yayınlaması o kadar yanlıştır. Siyasi meşruiyet halkın iradesinin tecellisinde aranmalı, dış desteklerden medet umarak iç meselelerin çözümünü beklemenin itibar ve egemenlik kaybına yol açacağı unutulmamalıdır.
Siyasi iktidar teslimiyetçi çevrelere hazırlattığı Anayasa taslağı ile hem reyini aldığı kitlelerle ters düşmüş, hem de ülkeyi sivil bir darbe sürecine sokmuştur. Milli kimlik, üniter yapı ve milletle kavgalı, dış destekli bu tepki Anayasası’nın yüce Türk Milletine layık görülmesi çirkin bir teşebbüstür. Kısa sürede bu yanlıştan dönülmelidir.
TCK’nın 301. maddesinin değiştirilmesi ve dış dayatmalara teslim olunması affedilemez bir hatadır. Bu madde tekrar değiştirilerek, aslına ve ruhuna uygun hale getirilmeli, hayali AB üyeliği uğruna taviz verilme alışkanlığı terk edilmelidir.
Mütekabiliyet esasını dışlayan yeni vakıflar yasası tekrar ele alınmalı ve ısmarlama olmaktan kurtarılmalıdır.
Yabancılara toprak satışında kabul edilen oranlar çoktan aşılmıştır. Bu konuda her ciddi devlet ne yapıyorsa Türkiye de onu yapmalıdır. Misyonerliği teşvik eden İmar Yasasında gerekli değişiklikler yapılmalıdır.
ABD ile olan ilişkilerimiz özellikle Ortadoğu’da ABD çıkarlarına servis yapar halden kurtarılmalıdır. Bu güçlü bir siyasi iradeyi gerektirir. Soğuk harp döneminin dostluk ve müttefiklikleri yeniden gözden geçirilmelidir. Ortadoğu ve çevresindeki ülkelerin su ve petrol kaynaklarını kontrol altında tutmayı hedef haline getiren süper güç ve işbirlikçilerin Kerkük’te Türkmenler aleyhinde oluşturmak istedikleri statü değişikliğine kesin bir şekilde karşı çıkılmalı, Irak Türkmenlerinin mal, can ve namuslarının güvence altına alınması yönünde acilen kararlı adımlar atılmalıdır.
Türkiye’nin milli birlik ve bütünlüğüne yönelik bölücü teröre karşı Silahlı Kuvvetlerimizin yürüttüğü kararlı mücadele kesin sonuç alınıncaya kadar sürdürülmeli; aynı zamanda, bölge insanının sosyal ve ekonomik sorunlarını çözücü tedbirler bir an önce hayata geçirilmelidir.
Ülkemizin ekonomik durumu ciddi bir tehlike arz etmektedir. Düşük kur yüksek faiz uygulaması Türkiye’yi sıcak para ve ithal cenneti haline getirmiştir. İşsizlik artmış firmalar kapanmıştır. Üretime ithal et anlayışı hakim olmuştur. Ülkemizdeki kârlı kuruluşları almaya gelen ve yatırımdan kaçan yabancı sermayenin kâr transferine başlaması cari açığı oldukça artırmıştır. Bu sebeple dış ticaret açığının döviz gelirleriyle karşılanamayan kısmı olan cari açığın sıcak para ile ve özelleştirme gelirleriyle karşılanması ateşle oynamaktan farksızdır. Bu konuda gerekli tedbirlerin bir an önce alınmasında zaruret bulunmaktadır.
Çoğunluğunu terör örgütüne silah satanlarla bağlantılı yabancı şirketlerin bankalarımızı ele geçirerek finans hayatımıza hâkim olmaları, özelleştirme adı altındaki yabancılaştırmalardan daha tehlikelidir. Bankalarımızın bu şekilde yabancılara satılmasına son verilmelidir.
Tarım ve hayvancılık sektörüne gereken önem verilmeyerek dışa bağımlı hale getirilmiştir. Bunun sonucu olarak, birçok tarım ürünü ithal edilir duruma gelinmiş; ayrıca, ithal edilen genetiği bozulmuş tohumlar ile Türk tarımının geleceği yok edilmiştir. Bu yüzden yetkililerce tarımımızın geliştirilmesi ve çiftçilerimizin desteklenmesi konusunda gereken tedbirlerin alınması hayati önem taşımaktadır.
Sağlık ve sosyal güvenlik alanındaki gelişmeler de ekonomi ve tarımdaki durumlardan farklı değildir. Nitekim çıkarılmak istenen “Kamu Hastane Birlikleri’nin Kurulmasına Dair Kanun” Türk Telekom’un yabancıların eline geçmesiyle sonuçlanan süreç ile büyük benzerlikler göstermektedir. Bu yasayla sağlık sektörü yabancı çok uluslu sağlık şirketlerine bırakılmaktadır. Yeni sosyal güvenlik yasası vatandaşlarımızın sağlık hakkını bir SİGORTA olmaktan çıkarmakta, hastalanmaları halinde hastalıklarının çeşidine göre vatandaşlara belirli miktarda para vermeye dayanan bir SOSYAL YARDIM haline dönüştürülmektedir. Bu sebeple her iki yasanın gözden geçirilerek Sosyal Devlet anlayışına göre yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.
Aile yapımızı sarsan, tembelliği ve kolay para kazanmayı teşvik eden, şiddet öğelerini barındıran ve teslimiyetçi insan tipleri oluşturan her türlü görüntülü basın ve yayın saldırıları önlenmelidir.
Toplumların iç dinamiklerini çökerten ve yok olmasına neden olan zinayı suç olmaktan çıkaran yasa değişikliği Türk aile yapısı için bir mayındır ve değiştirilmelidir.
Türkçemiz, milli varlığımızın temel unsuru ve bizim ses bayrağımızdır. Bazı çevrelerin yıllarca sadeleştirme adı altında dilimizi yozlaştırma ve bozma çalışmalarına, son yıllarda özellikle ticari ve sınai hayatta, tabela ve ürün adlarında yabancı dil kullanma modası da eklenmiştir. Ayrıca yabancı dil ile eğitim adı altında Türkçemiz bilim ve sanat dili olmaktan uzaklaştırılmaktadır. Böylece milletimizin bilinçaltı paydası bulanıklaştırılarak eğitimimiz sömürge eğitimine dönüştürülmektedir. Bu tehlikeyi ortadan kaldırabilmek için en kısa zamanda “Türkçenin Kullanımı ve Korunması Yasası” adı altında bir yasal düzenlemeye gidilmelidir.
Üniversitelerimizin çoğunda büyük oranda öğretim elemanı açığı bulunmaktadır. Buna rağmen üniversitelerde lisansüstü eğitim ve akademik yükseltmelerde yabancı dil sınavları ve yabancı dilde eser hazırlama zorunluluğu ÖNŞART olarak dayatılmaktadır. Genç bilim adamlarımıza dayatılan bu zorunluluk, dil öğrenme gerekliliğinden çok, Türk bilim hayatı üzerine oynanan emperyalist bir oyundur. Bu sebeple Türkçenin bilim ve sanat dili olmasının önündeki bu tür engellerin en kısa zamanda kaldırılması gerekmektedir. Türk Dil Kurumu, lisansüstü eğitim yapılabilen akademik kimliğe sahip bir kurum haline getirilmelidir.
Eğitim, sadece bir maliyet unsuru olmayıp geleceğimize yapılan bir yatırımdır. Bu yüzden paralı öğretim ülkemiz şartlarıyla çelişmektedir. Fırsat eşitliğini bozucu ve tercüme kokan paralı öğretim modellerini uygulamak yerine genel bütçeden eğitime ayrılan payı artırmak daha akılcı bir çözümdür.
Son zamanlarda toplumumuz küresel sermayenin sinsi oyunlarıyla çok dilli ve çok yüzlü bir hale getirilerek milli birlik ve bütünlüğünden koparılmak istenmektedir. Küresel güçlerin bu tehdidinden kurtulmanın tek yolu, büyük Atatürk’ün öngördüğü milli devlet olgusunu ön plana çıkaran milli dilimize ve milli kültürümüze dayalı bir eğitim sisteminden geçmektedir.
Türkiye, Türk dünyasındaki topluluklar tarafından yeterince tanınmamaktadır. Bu topluluklarla ilişkilerde ortak bilimsel toplantılarda “Türkiye’nin sosyal yapısı, Türk kültüründeki hoşgörü anlayışı, dini azınlıklara tanınan haklar” örneklerle anlatılmalıdır. Bu topluluklarla ilişkilerimizde aracı dil olarak Rusça ve İngilizce yerine Türkiye Türkçesi kullanılmalıdır. Türk Cumhuriyetleri ve topluklarında ülkemizce yapılacak eğitim yatırımlarında Türkiye Türkçesi ile eğitim ve öğretime ağırlık verilmelidir. Ayrıca kültür merkezleri ve dil kursları açılarak dil ve kültür birliği sağlanmalıdır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, bütün bu meseleler ancak demokratik bir ortamda çözüme kavuşturulabilir. Demokrasi, alternatifi olmayan, Türk Milleti’nin karakterine uygun bir rejimdir. Demokrasinin bütün kuralları ile işlemesi tek dileğimizdir. Ancak demokrasinin taklitlerinden sakınılmalı, turunculaştırılmış, küresel güçlere hizmet eden sözde demokrasilerden kaçınılmalıdır.
Türk Milleti’nin milli birlik ve beraberlik ülküsü etrafında bütünleşerek bu zorlu sınavdan en kısa zamanda başarıyla çıkacağına yürekten inanıyoruz.
Prof. Dr. Mustafa E. ERKAL - Aydınlar Ocağı Genel Merkezi,
Faruk MAĞDEN - Adana Aydınlar Ocağı,
Ecz. Fahri YAĞLI - İstanbul Anadolu Aydınlar Ocağı,
Prof. Dr. Selami KURAN - İstanbul Avrupa Aydınlar Ocağı,
Cafer GENÇ - Bursa Aydınlar Ocağı,
Yrd. Doç. Dr. Tarık ÖZCAN - Harput Aydınlar Ocağı,
Doç. Dr. Kamil KAYA - Isparta Aydınlar Ocağı,
Hasan ATEŞOĞLU - İnegöl Aydınlar Ocağı,
Ahsen OKYAR - Kocaeli Aydınlar Ocağı,
Dr. Mustafa GÜÇLÜ - Konya Aydınlar Ocağı,
Dr. Mehmet DİLŞEN - Manisa Aydınlar Ocağı,
Dr. Zeydan ÇIKIN - Nizip Aydınlar Ocağı,
Yrd. Dr. Mustafa Kemal CERRAHOĞLU - Sakarya Aydınlar Ocağı,
Prof. Dr. Mustafa ÖZBALCI - Samsun Aydınlar Ocağı,
Prof. Dr. Recep BİRCAN - Sinop Aydınlar Ocağı,
Balıkesir Aydınlar Ocağı, Hatay Aydınlar Ocağı, Kırıkkale Aydınlar Ocağı, Kütahya Aydınlar Ocağı, Malatya Aydınlar Ocağı, Mimar Sinan Aydınlar Ocağı, Mustafakemalpaşa Aydınlar Ocağı, On dokuz Eylül Aydınlar Ocağı, Osmaniye Aydınlar Ocağı, Tekirdağ Aydınlar Ocağı. |