|
Sakarya Hava Durumu |
|

|
|
|
Faydalı Linkler |
|
|
|

|
AYDINLAR OCAĞI DERNEKLERİ 26. BÜYÜK ŞURASI SONUÇ BİLDİRİSİ
Aydınlar Ocakları 26. Büyük Şurası geleneğimize uygun olarak 28-29 Mayıs 2005 tarihlerinde Kocaeli’nde, Kocaeli Aydınlar Ocağımızın ev sahipliğinde yapılmıştır. Şuramıza 32 Aydınlar Ocağı katılmıştır.
Şuramız Türkiye için hayati önem taşıyan gün ve kararların arifesinde yapılmaktadır. Yaşadığımız dönem Türkiye’nin geleceğini tayin edecektir. Cumhuriyet kurulduğundan beri ülkemiz bu kadar önemli iç ve dış sorunlarla ve tuzaklarla karşı karşıya gelmemiştir.
Küresel güç ve bloklarla önü açılmış milli devletler arasındaki hayati mücadele sürmektedir. Mücadele ortamı dünün klasik tasnif ve tartışmalarını çoktan aştığı ve daha değişik vasıtaları gündeme getirdiği ve duruş farkları ortaya çıkardığı için neyin ne olduğunu fark edebilmek zorlaşmaktadır. Dünyanın taşları yerinden oynamış; belirsizlikler ve istikrarsızlıklarla dolu bir ortama girilmiştir. Türkiye de bundan payını almaktadır. Bugün yeterli fikir jimnastiği yapmadan sadece düne bağlı kalarak yapılan değerlendirmeler bizi yanlış sonuçlara ulaştırmaktadır. Dünya’da ve Türkiye’de soğuk harp sonrası olup bitenleri fark edemeyenlerin zihinleri karışıktır.
Ülkeler bir taraftan millet olmaktan sürü olmaya zorlanmakta; coğrafyalar vatansızlaştırılmakta ve milli kimliksizleştirilmekte; diğer taraftan iktisadi kaynaklar üzerinde ipotekler konmaktadır. Ülkeler isteseler de milli menfaatlerini koruyamaz hale gelmektedirler. Küreselleşmenin ideolojisi olan çok kültürlülük dayatmaları milli devleti ve üniter yapıyı çözme, onu ufalama ve direnci kırma amacını taşımaktadır. Bu süreçte birliktelikler değil; en ufak farklılıklar bile kutsallaştırılarak milli devletlerin önüne konmaktadır.
Sadece milliyetimiz ve milletimiz değil; inanç dünyamız ve İslâm da küresel saldırılardan nasiplenmektedir. Ya doğrudan saldırı ve tahripler görülmekte; ya da İslâm’ı ve Müslümanları tanınmaz hale getirici, yozlaştırıcı ve eşgüdüm altına alıcı gayretlere rastlanmaktadır.
Dün Osmanlıyla uğraşanlar bugün Cumhuriyet Türkiye’sini tasfiye etmek, tanınmaz hale getirmek peşindedirler. Hayali bir AB üyeliği uğruna olmadık tavizler verilmiş ve verilmektedir. Yeni Şark Meselesi olan Büyük Ortadoğu Projesine uygun yapılanma uğruna önümüze değişik sorunlar dikilmektedir. Türkiye; etnik, çok kültürlülük, AB, Ermeni sorunu, iktisadi, sözde sivil toplum kuruluşları, dini yozlaşma ve eğitim gibi çeşitli tuzaklarla karşı karşıyadır. Misyonerlik dahil yukarıdaki bütün tuzaklar küreselleşmenin başarılı olabilmesi ve Büyük Ortadoğu Projesine göre yapılanma için gerekli görülmektedir.
Patrikhane Lozan şartlarına döndürülmelidir. Sen Sinod Meclisine girmiş olan 6 yabancı reddedilmelidir. “Türkiye’nin ekümeniklik konusunda tutumu değişmedi” açıklaması yeterli değildir. Uygulama (papaz mahkemesi kurulması da dahil) çok farklıdır.
Patrikhanenin Vatikanlaşma süreci ve Heybeliada Ruhban Okulunun açılması hayali bir AB üyeliği sürecinde kabul edilmemelidir. Türkiye laik ve demokratik bir hukuk devleti ise; imtiyazlı vatandaş ve imtiyazlı din kabul edilemez.
Hayali bir AB üyeliği uğruna Türkiye tanınmaz hale getirilmemeli ve olmadık tavizler verilmemelidir. Bizi AB’de istemeyenlere karşı onların inadını kırmak için her isteği kabul ederiz şeklinde bir görüntü vermek yanlıştır. AB Türkiye için bir iç ve dış güvenlik meselesi haline gelmiş; bir tasfiye projesi haline dönüşmüştür. Türkiye milli mücadele öncesi konuma getirilmeye çalışılmakta; Lozan yok farz edilmektedir. AB’nin Yıllık İlerleme Raporları, Katılım Ortaklığı Belgeleri ve bilhassa 6 Ekim 2004 İlerleme Raporu, 17 Aralık 2004 Brüksel Görüşmeleri hayal kırıklığı yaratması ve endişeleri arttırması gereken örneklerdir.
Söz konusu Türkiye olduğunda AB; milli devlet ve ülke bütünlüğünü ilgilendiren konularda Avrupa Hukukunu dışlamaktadır. Türkiye’yi Türkiye yapan değerlerden AB dahil hiçbir konuda fedakârlık yapılamaz ve tavizler verilemez.
Günümüzde aksi yönlendirmelere ve küreselleşmeye rağmen; yükselen değerler milliyetçilik, muhafazakârlık ve modernleşme’dir. Bunları bir bütün olarak ele almamak siyasetçileri yanlışlara ve çelişkilere sürüklemektedir. Türkiye soğuk harp sonrası yeni bir denge politikası şekillendirememiştir. Batının bize bakışı değişmiştir. Ancak, bizim Batıya bakışımız bazı gerçeklere rağmen hâlâ değişmemiştir. Özellikle dış politikada bu yönden yeni bir düzenlemeye ve yeni alternatifler arayarak güçlenmeye ihtiyaç vardır.
Kıbrıs’ta milli menfaatlerimizden ve KKTC’den fedakârlık yapılamaz. 3 Ekim 2005 AB görüşmeleri için Ankara Protokolü genişletilerek Rumlar Kıbrıs’ta tek egemen Devlet olarak kabul edilmemelidir. Eğer gerçekleşecekse; Türkiye’nin tam üyeliğinden sonra bu gibi konular düşünülebilir. Bu durumda da Türkler eritilmeye ve yok edilmeye hazır bir azınlık haline sokulamazlar. Daha önce yapılmış bir takım yanlışlar, bugün telafisi olmayan bazı yanlış adımların ne gerekçesi, ne de mazereti olabilir.
Eğitim sektöründe yetişecek gençlerin sadece ben merkezli kendini düşünen, kendini kurtarmakla uğraşan birer “birey” yapılmaları Türk Milli Eğitiminin amacı değildir. İyi bir “birey”; iradesini kullanabilen, katılan ve paylaşan bir varlık olduğu kadar; sosyal bir insan olmalıdır. Gerektiği hallerde vatanı için fedakârlık yapamayacak bir insan yetiştirmek, milli kimliği belirsiz bir vatandaş üretmek; eğitimde artan maliyet, azalan hasıladır. Türk Milli Eğitimi küreselleşmenin istek ve dayatmalarına teslim edilemez. Böyle bir eğitim de milli olamaz. Evrensel değerlerle milli değerler arasında anlamlı bir denge kurulamaz. Komşularımızı gücendirmemek uğruna tek taraflı ve garip müfredat değişiklikleri ve budamalar yapılamaz.
Türkiye’nin milli eğitim politikası küreselleşmenin sadece faydalarını değil; sakıncalarını da göz önüne alarak yeniden düzenlenmelidir. Türkiyeli değil; Türk aydını yetiştirmek zorundayız.
Yüksek öğrenimde mantar gibi çoğalan vakıf ve özel üniversitelerin açılması devlet sektörü dışında alternatif egemenlik alanları açıcı mezunlar yetiştirmeye dönüktür. Maddi güce dayalı olarak halka rağmen; eğitimde enderunî bir gelenek sürdürülemez; fırsat eşitsizlikleri arttırılamaz.
Bilhassa yüksek öğrenimde yabancı dille eğitim öğretim; küresel aydın bağımlılığı doğurmakta; çokuluslu şirketlere ucuz insan gücü üretimini doğurmaktadır. Öğretim üyelerinin yükseltilme ve atamalarından her alana kadar Türkçe üvey evlât muamelesi görmektedir. Türkiye bu ayıptan kurtarılmalıdır.
Yer adlarından kuruluş isimlerine kadar Türkçe’ye ne zaman saygı gösterileceğini devamlı beklemekteyiz.
İktisadi hayatımız ve iktisat politikaları IMF güdümünden çıkarılmalıdır. En azından tek başına iktidar olmuş bir hükümetten bu beklenir. İşin kolayı tercih edilmiştir. Türkiye’ye uygulatılan iktisat politikası yatırıma, üretime ve ihracata dönük değil; borç ödemeye, ithalâta, iç ve dış borca bağımlı bir politikadır. “Üretme ithal et; sanayici olma temsilci ol; sanayii terk et, marketçiliği sürdür” anlayışı sınai birikimin tasfiyesidir. Zaten sanayileşme tartışılmamaktadır. İşsizlik ve gelir dağılımındaki bozulma; hem ekonomik, hem sosyal bir sorun olarak artmaktadır. Eksik istihdam ve iş bulma ümidini kaybedenleri de katarsak işsizlik oranı % 11,5’i aşarak % 20’lerin üstüne çıkar. İşsizlik vatandaşlık şuurunu, mensubiyet duygusunu zayıflatmakta, ümitsizlik kendine ve topluma saygıyı zedelemektedir. Kaldı ki çalışanların, dar ve sabit gelirlilerin yoksullaşması tartışılmaktadır. Türkiye sosyal politikaları belirli bir mantık içinde terk edemez. Orta sınıflarını çökertemez. Sosyal devlet anlayışını sıfırlayamaz.
İç ve dış borç tahammül edilebilir sınırın üstüne çıkmıştır. Dış ticaret açığı artarak büyümektedir. Cari açık 16 milyar dolardır. 2005 sonu bunun 20 milyar doların üstünde olacağı beklenmektedir. Bunu sıcak parayla karşılamak ekonomik riski artırmaktır. Yeni krizlere davetiye çıkarmaktır. Finans sektörü yabancının eline gecmektedir. % 25 civarında olan yabancı payı; Ziraat ve Halk Bankaları gibi kamu bankaları dışarıda tutulduğu taktirde, % 50’yi geçmektedir. Asıl desteklenmesi gereken reel sektörün zayıflaması; borç politikası ile birlikte yürümektedir. Devlet borç verilebilir fonları reel sektör yerine kendisi kullanmaktadır.
Türkiye’de yapılan çarpık özelleştirmeler günü kurtarmak adına yapılmakta; üretimin o iş yerinde devamına dönük değildir. Hem prestij; hem de stratejik kurumlar yabancıların eline geçmektedir. Bu yol önemli kamu kuruluşlarının tasfiyesini doğurmaktadır. TÜPRAŞ’ın devri petrol politikasının devridir. ERDEMİR’in devri ise; demir-çelik politikasının devridir.
Milliyetçi olunmadan ekonomideki menfaatler de korunamamaktadır. Milliyetçilik sadece duygusallık değildir. Milliyetçi olmaktan korkulmamalıdır.
Basını düzenleyen yeni yasa basın patronlarının etkisiyle yanlışlarla çıkmıştır. Diğer bir çok ülkede olduğu gibi; basının basın dışı amaçlar için kullanılması sınırlandırılmalıdır.
Ermeni sorunu Ermenilerin sorunu olmaktan çok; Ermenileri kullananların sorunu olmuştur. Ermeni sorunu siyasidir. Ermeni sorununu tarihçiler değil ancak siyasiler çözebilir. Buna paralel olarak Kürt sorunu da Kürtlerin değil; Kürtçülerin ve onları kullananların sorunudur. Sözde soykırım iddiaları ve tehcir gibi konularda gerekli yayınlar yapılmalı; ancak sadece bunlara da bel bağlanmamalıdır.
Ermenistan ekonomik yardım bakımından her sene tekrarlanacak böyle bir iddiaya ihtiyaç duymaktadır. Bazı Batılı ülkeler de soykırım suçlarını örtebilmek için sözde Ermeni soykırımına tutunmaktadırlar. Gerekli merciler Türk Soykırımları konusunda derli toplu yayınlar yapmalı; Türkiye Büyük Millet Meclisi diğer bazı ülkelerin meclislerinden çıkarıldığı gibi kanunlar çıkarmalıdır.
Ermeni sınırı Yukarı Karabağ’da işgal sürdükçe; Ermeniler sözde soykırım iddialarından vazgeçmedikçe; Türkiye’nin Doğu sınırını tartışmalı kabul edip Gümrü Antlaşmasını reddettikçe; şahsi menfaatler uğruna açılamaz.
Türk; Türk milletine mensup olanların ve Türk kültürünü yaşayanların, soy olduğu kadar; kültürel olarak da milli bir kimliğin adıdır. Türk bir etnik grup değildir. Anadolu coğrafyasında hâkim kültürdür ve milliyetin adıdır. Milliyet ve etniklikler birbirine rakip değildir. Çok kültürlülük tuzağı ile Türk kimliği dar bir etniklik koridoruna sokulmaya çalışılmakta; mahalli sıfatlarla milli kimlik rakip gibi gösterilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti her şeyden önce vatandaşına milli kimliğini öğretebilmelidir.
Küreselleşmeye uygun olarak ve onun emrinde örümcek ağı gibi hedef toplumları saran dıştan kumandalı sivil toplum kuruluşlarına karşı tedbirler alınmalıdır. Sokağı rejime alternatif yapan; milli devletlerin dışında alternatif egemenlik alanları ve sivil itaatsizlik peşinde koşan; belirli yerlere bağlı bazı STK’na karşı kanuni önlemler alınmalı ve mevzuatta boşluklar giderilmelidir.
Türk Dünyası ile nedense asgari ölçeğe indirilen ilişkiler geliştirilmeli ve bu yönde belirli kutuplara bağlı dış politika tercihleri gözden geçirilmelidir.
Dünyanın çeşitli bölgelerindeki Türk ve Müslüman toplulukların sorunlarıyla yakından ilgilenilmeli; kararlı, sürekli ve ilkeli politikalarla onların insan hakları ve demokrasi mücadeleleri desteklenmelidir.
Irak’ta demokrasi getirme projesi adı altında sürdürülen işgal ve katliamlar ABD için olumsuz bir işarettir. Türkmen gerçeğinin reddedilmesi bir insan hakları ve demokrasi ayıbıdır. Irak’taki Türkmenler iktidarsız ABD güdümündeki iktidara terk edilemez. Türkiye milli çıkarlarını korumaktan korkmamalı ve iyi pazarlık yapabilmelidir. Psikolojik savaşa kolay teslim olunmamalıdır.
Son yıllarda sık sık karşılaştığımız gaflet ve ihanet örnekleri karşısında vatandaşın kendiliğinden gösterdiği hassasiyet (bayrak asma ve bayrak yürüyüşleri) önemsenmeli; milli hassasiyeti kırıcı davranışlar gösterilmemelidir. Türk milleti yurt sathında yasalara saygılı olarak Cumhuriyetine ve milli devletine sahip çıkmış; Anayasada ifade edilen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel niteliklerinden taviz verilemeyeceğini göstermiştir. Herkesin bundan alacağı dersler olmalıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı İslam’i esaslardan taviz vermemeli; yanlış anlamalara sebep olabilecek hoşgörü ve diyalog oyunlarına âlet olmamalıdır. Küreselleşmenin olumsuz etkileri karşısında hassas olunmalıdır. Diyanet; gerek misyonerlik, gerek İslâm’a açık saldırılar ve gerek dolaylı yıpratmalar ve İslâm’ın altını oyma gayretleri karşısında net ve gerekli tavrı gösterebilmelidir.
Terörist başı ile ilgili AİHM’nin kararı hukuk adına siyasi bir karardır. Millet vicdanında mahkûm olan bu katilin tekrar yargılanması düşünülmemeli; Türkiye’nin itibarı zedelenmemelidir. Ülke çıkarlarımız için en uygun yol tercih edilmelidir.
Azınlık vakıflarının yasal düzenlemelerle elde ettiği hakların Türk devleti aleyhine kullanılması önlenmelidir.
Yabancılara toprak satışı konusunda, en azından AB adayı ülkeler kadar hassasiyet gösterilmelidir.
Geçerliliğini kaybetmiş batıl dinlerin ihyasına hizmet eden teşebbüslerde bulunulmamalıdır. (Şanlıurfa- Halepli Projesi)
Üniversitelerimizde uygulanmaya başlanan, doktorasını yapmış Araştırma Görevlileri’nin işine son verme uygulamasından vazgeçilmelidir.
Ülkemizde uyuşturucu kullanma yaşı çok düşmüş ve yaygınlaşmıştır. Bu konuda aileler, din görevlileri ve eğitimcilere büyük görevler düşmektedir. Uyuşturucu ve zararlı madde terörünü özendirici olunmamalı ve yanlış yönlendirmelere fırsat verilmemelidir. Yazılı ve görüntülü basında normal dışı sapma ve davranışlar, tabii ve ideal olarak gösterilmemelidir. Gençliğin sosyal, kültürel, sanat ve spora olan ilgisini arttıracak düzenlemeler yapılmalı ve Türk Gençliği’nin küresel rekabete hazır olarak yetiştirilmesine özen gösterilmelidir.
Bizi millet yapan temel taşlarımızdan biri olan “Aile Kurumu” güçlendirilmelidir.
SEKA ve TÜPRAŞ
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’ne devredilen SEKA arazisi, doğal yapısına zarar verilmeden, kağıdın serüvenini hatırlatacak sembolik fabrikalar ve Kocaeli Halkı’nın sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını giderecek tesisler yapılarak değerlendirme yolları bulunmalıdır.
Türkiye’nin “doğrudan sermaye” yatırımlarına şiddetle ihtiyacı vardır ve teşvik edilmelidir. Ancak halen verimli çalışan, Pazar payı edinmiş kamu veya özel sektör kuruluşlarımızın yabancılaştırılması son derece zararlıdır. Mevcut olan Türk Sanayisinin de gerilemesine ve Türk insanının yabancı şirketlerin sadece çalışanı olmasına yol açabilecek tehlikeli bir seçimdir.
Türkiye bankacılık, telekomünikasyon, demir-çelik, petrol ve enerji alanlarında Türk Devleti’nin ve Türk Sermayesi’nin devre dışına çıkarılmasına izin vermemelidir.
TÜPRAŞ özelinde, TÜPRAŞ’ın yabancılaştırılması yeni yatırımların yapılmasına engel olacak, ithalatı ön plana çıkaracak ve Türk İnsanı’nın iş bulma ve yan sanayi hizmetleri alanında mal ve hizmet üretme imkanlarını azaltacaktır.
|