|
Sakarya Hava Durumu |
|

|
|
|
Faydalı Linkler |
|
|
|

|

Prof.Dr.Mehmet Mehdi ERGÜZEL
21.02.2014
BİZ, KİM (LERDEN) İZ ?...
“Baş eğmeziz edâniye, dünyâ-yı dûn içün
Allah’adır, tevekkülümüz, itimâdımız…”
Bakî
İnsanın, kendi varlığının şuuruna varması ile bir aileye, cemiyete ve millete mensubiyeti arasında yakın bir münasebet olduğu düşünülmelidir. Varlık duygusu, şahsiyet olmaya başlamanın da alâmeti sayılır. Şairin :
“ Ben kimim, nimet-i dünya nedir ?”
sorusuna aranan /verilen cevaplar ömür boyu sürer.
Ben ve benlik, birlikte idrak edilir. Düşe kalka yaşananlar,”ben”lerin yanında ve karşısında bir yığın “biz” ve “onlar” ın varlığını öğretmektedir. Eğer “nüfûsumuzun, nüfûzumuz” olduğunda hemfikirsek, nefslerin mecmuu olan nüfûsumuza musallat olan ihtilaflar ve hatta kavgalar, izah edilebilmelidir. Asırlarca “Tevhid’de hayır olduğuna” inanmış ve “saflarını sıklaştırmış” bir cemiyette nice zamandır ayrılık rüzgârları esiyor, nefsanî ihtiraslardan örülü kalelerin tefrika burçlarında gûyâ “demokrasi flamaları” sallanıyorsa kim, diğerini birlik mesajı verdiğine inandıracaktır ?
Her biri “ayrılıktan şikâyet eden ney misali” birlik derdine düşmesi beklenen tefekkür erbabı, sözü evirip çevirmekten bir türlü ittifak ve istişare meydanına getirememekte, dertlerin dermanı için “âkiller” in yetmeyeceği, ârif ve âlim” lere de ihtiyaç olduğu hususu, dudakları bile kıpırdatmamaktadır. Halbuki samimi sohbette, memleket çapında yapılması beklenen fikir teatilerinde daima hayır vardır. Hikmete açılması istenen mühürlü ağızlar dile gelmedikçe mazinin tecrübeleri de konuşturulmamış olur. Zira hikmet bize dünün yadigârıdır. Hikmetin mayası, mazidendir. Yaşanmış olanlardan istifade edemeyen cemiyetler, “düşünemeyen, sadece davranan kalabalıklar..” durumuna düşerler.
Hikmetlerin mirası üzerinde yaşayan “biz” ise kim olduğumuzu yeniden yorumlamak, teceddüdün soluğunu benliğimizde “ diriltici bir nefha” halinde duymak zorundayızdır.
Biz kimiz, kimleriz, kimlerdeniz ? Böyle bir soru doğru mudur ? Sorulmalı mıdır, sorulmazsa ne eksilir ? Hür düşünce sorar ve cevap arar..
İlim ve tefekkür erbabı, bütün milletler içinde, tarihi boyunca bu ve benzeri sorulara kitaplıklar dolusu makaleler, tezler ve yorumlarla sayısız cevaplar vermeye uğraşmış, el’an da bu fikrî mesaiye devam etmektedir. Biz bu fikir arenasında yok isek başkaları bizim için tezler geliştirmeye çok meraklıdırlar. Meydanlar, boş bırakılmaya gelmez..
Bakî’ nin, Kanuni ‘nin ardından yazdığı mersiyesinde :
“Şemşîr gibi rûy-ı zemîne taraf taraf
Saldın demür kuşaklu cihan pehlevanları”
beytiyle mütenasip fikir kahramanlarımızın gayret kuşağının, her dem hazır ve hizmete âmâde bulunduğu kanaatindeyiz.
Biz, Malazgirt’ten beri Anadolu’da ve Balkanlar’da, ondan önce de doğunun ve Asya’nın farklı coğrafyalarında; Avrasya dedikleri kuzeylerde, Afrika dedikleri Arabistan ve Akdeniz güneylerinde, Avrupa içlerinde “ulu sular”a varma iştiyakıyla “nizam-ı âlemi temin için” kendini vazifeli saymış “alp” ve “er” misyonuyla gönlü kanatlı yüce ruhlu bir milletin varisleriyiz. Biz bu var oluşu, yok sayamayız. Bundan kaçamayız, kaçmamalıyız.Kendinden kaçanı yok eden, başkasına benzeten zalim bir dünyada yaşıyoruz. Bu sözler bir hamaset ifadesi değildir. Kalem sahibi de demagog bir politikacı tavrı içinde değildir. Kaldı ki zamanımızda, seviyeli politikacıların fikrî konulara âşina olması makbuldür.
Asırlar bize kim olduğumuzu öğretmiştir. İnsana ne olduğunu, ne olmadığını nasıl zaman öğretiyorsa, milletlere de yaşadıkları tecrübeler kim olduğunu , kim olmadığını öğretir. Asırların örsünde dövüle dövüle kıvam kazanan milletimiz, “nerelerden gelip nerelere gittiğini” bilmektedir, bilmek zorundadır. Millî mukadderatımızdaki gelişmeler, köklerini nereye daldırdığının şuurunda olmayanlara, bu terbiyeyi verecek, “zaman adlı tokmağı” gafillerin başına vura vura, dünyanın gidişatından dersler vere vere öğretecektir…
Millî şuur sahibi kimseler, kendi milletlerinin realiteleri kadar başkalarını da bilmek durumundadırlar..Yahya Kemal’e Itrî şiirinde “Musikisinde, BİZE BENZER o kâinat akmış dedirten “biz sırrı” nı çözmek ve anlamak, hikmetin kapısında kul olmayı gerektirir.
Biz, bir âidiyet duygusunun ifadesidir. “Biz kimiz ?” sorusuna verilebilecek bin bir cevaptan biri olan Enis Behiç’in heyecan dolu mısraları çocuk ruhluların hoşuna gidecek, yetişkinlere yetmeyecek kadar sığdır ama şairane de olsa bir bakıştır: “Altaylardan kopup gelen erler “ olmak, “Çamlıbel’de uğuldamak, coşup gürlemek” yetmez, bunlar günümüz gencine bir şey söylemez. Fakat aynı şiirde geçen “ Ezelden beri Hak yolunda yalın kılıç hep seferberiz…” mısraıyla parlayan vasfımız, doğru ve güzel anlatılmıştır. Bu vazgeçilemeyecek hasletimiz, yeni nesillerle kendini gösterecek olan asırların idrakine münasip bir üslupla anlatılmalı, “zamanenin fendi”ni “yüzüne çarpacak” yeni Ârif Nihatların yetişeceği “fikir ve iman zemini” mutlaka hazırlanmalıdır.Yoksa hâlimiz yamandır.
Bin üç yüz sene önce taşlara kazılı bir kitabemiz olduğu, bunun kültür ve medeniyet tarihi içinde yüksek bir değer ifade ettiği unutulmamalıdır. Bu özelliğin milletimizi ön sıralara taşıdığının fikrî ve felsefî yorumlarına gidilerek, asırlar ötesinden yazı ve üslup sahibi olduğumuz gerçeği, rahmetli Doğan Aksan gibi “En Eski Türkçenin İzlerinde” aranmaya devam edilmeli, Servet Somuncuoğlu gibi “Taşlardaki Türkler” in bıraktıklarından, günümüze mesajlar taşınmalıdır...
“Ben” ile “biz” arasında hem ittifak hem de ihtilaf vardır. “İttihad-ı kalb-i millet” için,”ihtilaf-ı re’y-i ümmet” e ihtiyaç olduğu gibi..Millet evlatları birliğe ulaşabilmek yolunda nice çilelerden geçecektir. Şahsiyet, “biz” in teknesinde yoğrulan nice “ ben” lerin sabır macerasıyla kazanılan bir neticedir.” Cûylar kim vardılar deryaya, hâmûş oldular..” diyor sözün erbabı. “Ben” ırmakları, coşa köpüre selâmet deryasına varır, sükûnete erer susarlar.Huzurda sessizlik, nefs kavgasında gürültü olur…
Eğer varlığının şuuruna varan her nefis, maddesinin tatmini yolunda, takdir edilmek uğrunda bir yarışa girmeseydi bu gelişmeye devam eden hayata ulaşılır mıydı ? Fakat insan zekâsının bu kıyasıya yarışı içinde, kırıp dökerken dahi inşâ ettiğini iddia edenlere hangi dergâhların irfan pencerelerinden bakılacaktır ?
O zaman “nefislerin terbiyesi”ne ihtiyaç var. Yıkmadan yapmayı “gönüller bina etmeyi” kim kime nasıl öğretecek ? Meydanda er var mıdır ? Horasan erlerinin torunları nerededir ? “Biz” de kaybolan “ben” i de arıyorum. Biz içinde ben şahsiyet olmanın da gereğidir. Esas olan “biz ve ben dengesi”…Beni bize feda etmemek, Gökalp’in hatasına düşmemek,“ Ben sen yokuz biz varız” dememek, şahsiyeti silmemek, kimseyi doktrin militanı yapmamak önemlidir. Biz içinde görsen neler var? “Meydan içinde merdâneler var..”
Hazır kalıplar yerine “solmayan ve eskimeyen yeniyi aramak”, başlıca vazifemizdir..Arayan, en sonunda Hakk’ı bulur, denilmiştir.Davamız aramak. Milletçe beşiğinde sallandığımız asırların, teknesinde yoğrulup rüzgârında savrulduğumuz millî-islâmî iklimin kaybettiğimiz değerlerini yeniden arayıp bizde,”öz bahçemizde” kendi realitemizde bulacağız. “ Cemiyet içinde fert ” dengesini muhafaza ederek, kendimizi silmeden bize ulaşmak; çetin bir yolculuk, kaçınılmaz bir gidiş, dönüşü olmayan yol..Çünkü gemileri yakmayı göze alacak fikir, sanat, iktisat ve siyaset kahramanlarına ihtiyaç var. Yeter ki Endülüsler bir daha yıkılmasın…
“Bu yol uzaktır, menzili çoktur, derin sular var..”
Derin suları göze almadan “ateş denizinde mumdan bir gemiyle seyahat” edilebilir mi ? Onun için daima“gönül fedaileri” ne “ülkü erleri”ne ihtiyaç var.
Biz içinde ben kalabilmek, rengârenk bir bahçede kendi renk ve rayihanı temsil edebilmek, ibretlerle dolu insanlık bahçesinde ayrık otları arasında kaybolup gitmemek, şahsiyet olabilmektir, adam olabilmektir.
Dünya nimetlerinin, hayat gailelerinin ahtapot kollarından beter bir sarmalayışla her yanı istila ettiğini bile bile “bir lokma bir hırka” ya talip olacak, bütün dünyevî varları yok sayacak gözükaralıkta, ebedî aşkla mayalanmış Yunusların gelmesini beklemek, arayışımızın sebeb-i hikmetidir.
İşte o zaman “ben, sen, o, biz, siz, onlar …” kendi orkestrası içinde ilahileşirken, insanlığın yarını için huzur senfonileri de besteleyecekler..Bir taraftan Yahya Kemal’in Kocamustapaşa’da, semt sakinlerinin fakirlik içinde huzur buluşlarının sırrını keşfetmesine benzer bir ferahlığı “biz” yahut torunlarımızdaki “biz”ler duyacak ve benzer duyguları tadacaklar .Bir başka taraftan bir zamanlar “Bir ulu rüyayı görenler şehri” “Üsküdar’ın Dost Işıkları”nı fecre karşı seyrederken gözleri dolanlar, benim şimdi yaptığım gibi, sizin şu anda okuduğunuz gibi şu mısraları da mırıldanacaklar :
“Bilmem kaçıncı fecri vatan toprağında BİZ
Görmekle şimdi, bir yaşatan vecd içindeyiz..
Sizlersiniz bu ânı ışıklarla Türk eden !
Eksilmesin şu mutlu şafaklar bu ülkeden !
Gönlüm, dilim, kanım ve mizacımla sizdenim ;
Dünya ve âhirette vatandaşlarım benim…
*Yazarımıza görüş ve önerilerinizi merguzel@sakarya.edu.tr e-posta adresi aracılığıyla gönderebilirsiniz.
|