|
Sakarya Hava Durumu |
|

|
|
|
Faydalı Linkler |
|
|
|

|

Prof. Dr. Abdulvahit İMAMOĞLU (Din Psikolojisi)
10.07.2012
AİLEDE DİSİPLİN ve ÇOCUK
Aile içindeki bireylerin birbirlerine karşı tutumları kadar önemli diğer bir husus da ebeveynlerin çocuklarına karşı tutum ve davranışlarıdır. Genel olarak farklı ana baba tutumları; baskılı ve otoriter tutum, gevşek tutum, dengesiz ve kararsız tutum, koruyucu tutum, ilgisiz ve kayıtsız tutum, güven verici, destekleyici ve hoşgörülü tutum olmak üzere altı ana başlıkta toplanmaktadır. Anne babalar, aşırı koruma ve hoşgörünün egemen olduğu eğitim ve disiplin anlayışı kadar, aşırı sert ve otoriter bir uygulamanın da yanlış ve zararlı olduğunu kabul etmelidir. Tutarsız, katı, hoşgörüden uzak ve baskılı disiplin uygulaması, olumsuz ve itaatsiz çocukların yetişmesine neden olacaktır.
Öte yandan, çocuğu tümüyle dürtü ve isteklerinin doğrultusunda serbest bırakan aşırı hoşgörülü ya da umursamaz bir yetiştirme tarzı da başkalarının zararına isteklerine duyum arayan bencilce davranışların ortaya çıkmasına yol açacaktır. Çocukların bu olumsuz davranışları, anne baba-çocuk ilişkisini, gelişimin ileri evrelerinde daha da bozabilecektir, hatta anti-sosyal davranışlara ve suçluluğa dönüştürebilecektir. Glueckler, 2000 suçlunun %95’inin ailesinin çocuklarına verdiği disiplinin dengesiz biçimde ya çok sert ya da çok yumuşak olduğunu tespit etmiştir (Kart, 2003: 86–87).
Aile içindeki sert davranış ve tutumlar, anne-babanın çocuğa karşı farklı hareketleri veya töleranslı davranış çocuk üzerinde etkisini gösterecek ve onu suçluluğa itecektir.
Ailedeki aşırı baskı ve disiplin çocuğun kişiliğini hiçe sayan bir davranış biçimidir. Yapılan incelemelere göre, aşırı baskı ve sert disiplin altında yetiştirilen çocuklarda ilerde şu suçluluk eğilimleri görülebilir.
-Anne-babalardan nefret ederler,
-İnsanlarla iyi geçinemezler, kavgacı ve geçimsiz kimseler durumuna gelirler,
-Sinirlerine hakim olmakta güçlük çekerler,
-Ne kendilerine ne de başkalarına güvenemezler,
-Her türlü otoriteden nefret ederler,
-Bir takım yersiz korku ve kaygılara kapılırlar,
-Arkadaş edinmede güçlük çekerler,
-Uyumsuz, mutsuz ve hiçbir şeyden zevk almayan insanlar haline gelirler (Çaplı,1973: 29).
Aile çok küçük bir suç işleyen çocuğunu şiddetle döverse, çocuk dayaktan kurtulmak için yalancılıkla birlikte hırsızlığa da başlayabilir. Örneğin; babasına ait bir eşyayı kaybeden veya tahrip eden bir çocuk bu yüzden dayak yiyeceğini bildiği için hırsızlık yaparak o eşyayı yerine koymaya çalışabilir.
Dr. Monroe’nin dediği gibi “kötü hareketler için ceza uygulanabilir”. Fakat bu cezanın da gayesi, tedavi edici metodun gayesinden farklı olmamalıdır. Çocuğu cezadan sonraki hırpalanmış bir kişilik, kırılmış bir gönülle baş-başa bırakamayız. Aksi takdirde ceza ile birlikte çocukta “endişe” hissi uyanır. Ayrıca ceza, cezayı verenlere karşı nefret hissi uyandırır. İşlediği suçun zararları anlatılmadığı sürece çocuk cezaya razı olarak aynı suçu işlemekte devam eder. Böylece ceza, problemli çocukların problemine tehlikeli bir yön verir.
Cezalandırma türünün vicdan gelişimine etkisi ile ilgili araştırmalar; Allinsmith, 1960; Aronfreed, 1961; Hoffman ve Saltzstein, 1967, çocuklara sık sık uygulanan güç gösterisinin(dövme, Bodruma kapama, cezaya bırakma vb. fiziksel cezaların), çocukta zayıf vicdan gelişimine, yetersiz iç kontrole yol açtığını göstermiştir. Çocuk bir yaramazlık yaptığında dayak yerse, yaptığının karşılığını ödemiş demektir. Yaptığını tamir etmek ve onun kötü sonuçlarını düzeltmek için düşünmesine ya da başka bir şey yapmasına gerek kalmamıştır. Ayrıca dövülmek, çocukta ana-babaya karşı kızgınlık yaratır. Dolayısıyla çocuk, kendi yaptığının köyü bir şey olduğunu öğrenip kendini suçlu göreceğine kendini döveni suçlar. Uygulanan bir disiplin tekniği, çocuğa taklit edebileceği bir model de sağlayacağından; kendisini döven ana-babanın saldırganlığını çocuk taklit edecek ve kızdığı zaman o da bir başkasını dövecektir. Böylece fiziksel ceza, çocuğa vicdanlı olmayı değil, saldırgan olmayı öğretecektir (Kağıtçıbaşı, 1999).
Özellikle çocuğa karşı aşırı baskı ve disiplin çocuğun kişiliğini hiçe sayma olarak kabul edilmektedir. Anne ya da babadan birisi ya da her ikisinin baskısı altında bulunan çocuk sessiz, uslu, nazik, dürüst ve dikkatli olmasına karşılık küskün, silik, çekingen, aşırı hassas ve başkalarının etkisinde kolay kalabilen bir yapıya sahip olabilir. Bu durumdaki çocuklar, ergenlik ve gençlik döneminde anne-babadan nefret etme, ortaokul ve liselerde kendinden küçüklere takılma, küçükken yediği dayakları onları dövme yoluyla gidermeye çalışma, kendilerine ve başkalarına güvenememe, arkadaş edinmede güçlük çekme ve uyumsuz olma gibi haller sergilerler.
Ailede çocuğa karşı ortaya konan aşırı disiplinin altında sevgisizlik ve benzeri olumsuzluklar bu disiplini aile içi şiddete dönüştürebilir. Bu durumda ister sözel isterse fiili olsun disiplini aşan bir şiddetten söz edilebilir. Buna göre sözel şiddetin karşılığı olarak hakaret, küçük düşürme ve tehdit ifadeleri, fiziksel şiddetin karşılığı olarak da tokat atma, itme ve vurma gibi davranışlar ortaya çıkabilir.
Konuyla ilgili yapılan bir araştırmada, ailede sözel şiddetin varlığı %17.9, fiziksel şiddetin varlığı %21.5 olarak belirlenmiştir. Aile içinde şiddetin sıklığına baktığımızda; senede birkaç kez şiddete maruz kalanlar %59.2, ayda birkaç kez maruz kalanlar %22.3, haftada birkaç kez maruz kalanlar %13.4 ve her gün maruz kalanlar %5’tir. Ayrıca aile fertleri arasında çocuğun kendisinin %58.9 oranında şiddete maruz kaldığı görülmektedir (Ovacık, 2008: 77-78).
Çocukta vicdan ve ahlak gelişmesi konusunda yapılan çeşitli araştırmalar, çocuklara sık sık uygulanan güç gösterisinin (çocuğu dövmek, bir odaya kapamak gibi) çocukta zayıf vicdan gelişimine yani iç kontrolün yetersizliğine sebep olduğunu göstermiştir. Çocukta vicdan gelişmesi için önemli olan şey, çocuğun yaptığı kötülük karşılığı ceza çekmesi değil, kötülük yaptığı kişinin yerine kendini koyup onun için üzülmesi, onun gibi hissetmesi ve yaptığından pişmanlık duymasıdır. Ceza, ancak bunu gerçekleştirebilirse, kötü davranışın tekrar edilmemesini sağlar ve çocukta vicdan gelişimine katkıda bulunur. Bu nedenle sevgiyi esirgemek ve özellikle kuvvet kullanarak cezalandırmak, ahlak gelişmesi için kanıt göstererek inandırmak kadar etkili disiplin yöntemleri değildir. (Kağıtçıbaşı, 1988: 250, 251)
Ceza, çocuğun kendine olan güvenini sarsar. Onda bir aşağılık kompleksi yaratır. Korkaklar, mütecavizler, diktatörler hep küçükken edindikleri aşağılık duygusundan bu duruma gelmişlerdir. Cezalı çocuğun karşısında takınılan tavır çok önemlidir. Aksi takdirde küçücük bir suç yüzünden problemli bir çocuk oluştururuz.
Çocuklara evde veya okulda psikolojik cezalar da verilmektedir. Hoffman ve Saltzstein, psikolojik disiplini; “sevgiyi esirgeme” ve “kanıt göstererek inandırma” olarak ikiye ayırmışlardır. Çocukla konuşmamak, ona aldırmaz bir şekilde davranmak veya onu artık sevmediğini söylemek “sevgiyi esirgeme” cezasıdır. Sevgiyi esirgeme, dövme gibi bir cezadır. Kanıt göstererek inandırmada ise çocuğun yaptığı davranışın başkalarına yaptığı zarara çocuğun dikkati çekilir. Böylece çocuğun kendini bir başkasının yerine koyması, empati geliştirmesi sağlanır. Başkasının acısına, üzüntüsüne kendisinin sebep olduğu fikri, empati ile birleşince, çocuğun yaptığı davranıştan dolayı kendisini suçlu hissetmesine ve pişmanlık duymasına yol açar. Bunun sonucunda çocuk iç kontrolü, vicdanı geliştirmeye başlamış olur (Kağıtçıbaşı, 1999).
Çocukları suçluluğa iten baskılardan bir diğeri de tehditdir. Tehdit dayakla olabildiği gibi çocuğun arzu ettiği şeyleri ondan saklama, onu gezilerden alıkoyma vb. durumlarla da ilgili olabilir. Çocukların uslanması ve eğitimleri konusunda yanlış da olsa dayağın rolü eskiden beri her toplumda savunula gelmiştir. Örneğin; Ziya Paşanın bu konuda ;
“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir,
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir”.
şeklindeki sözü bugün bile halk arasında söylenmektedir. Fakat bugünkü çocuk psikologları ve eğitimcileri bunun tamamen karşısındadırlar. Zaten dayak, yüzeysel bir uysallık ve iyilik kabuğu altında bütün kötü eğitim ve alışkanlıkların gizlenmesine yol açar (Enç, 1974).
Dayak cezası konusunda İslam eğitimcileri ayrılığa düşmüştür. Bir kısmı (İbn Sahhun, Kabisi, İbn Miskeveyh, İbn Sina, Gazali, İbnu'l-Hacc, İbnu'l-Kayyim el-Cevziyye) olumlu telkinlere rağmen hatalı davranışlarından vazgeçmeyen çocuğun dövülebileceğini, ancak bunun bir sınırı ve ölçüsü bulunduğunu ifade ederken, bazıları ise (Maverdi, İbn Haldun, Alaaddin Çelebi, Taşköprizade, İbrahim Hakkı) kesinlikle dayağa başvurmamak gerektiğini, dayakla bir sonuç elde edilemeyeceğini savunmuşlardır. (Ay, 1995: 101, 102)
Buradaki görüş ayrılığının asıl nedeni Kur'an-ı Kerim'de ve Hz.Peygamberin hadislerinde geçen sınırlı da olsa dayağa izin veren ifadelerdir. Bunlar sayıca çok az olmasına rağmen İslam geleneğinde etkisi büyük olmuştur.
Her şeyden öce İslam'ın çocuğa ne türlü haklar verildiğinin hakkıyla anlaşılması, iki hususun aydınlığa kavuşmasıyla daha kolay olacaktır. Bunlardan birincisi, cahiliye dönemi Arap toplumunda çocukların durumu, ikincisi de yüzyıl öncesine kadarki batı medeniyetindeki durumudur. Çocukluğun tarihçesi kısmında batı medeniyetinde çocuğun durumunu ifade ettik. Cahiliye dönemi Arap toplumunda değil dövmek, kız çocuklarının sırf cinsiyetlerinden dolayı acımasızca öldürüldüğü bilinen bir gerçektir. Ayrıca, sadece kız çocukları değil, erkek çocuklar da aileye yük olduğu gerekçesiyle yada tanrılara kurban edilmek için öldürülürdü (Mevdudi, 1983: 497).
Böylesi bir ortamda, cezalandırma söz konusu olduğunda ilk akla gelen ve belki de en hafif ceza olarak görülen dayak cezasını İslam dini, en son olarak denenmesi gereken bir yöntem olarak tespit etmiş ve o en son duruma gelene kadar daha hafif cezalarla davranışların düzeltilmesi yoluna gitmiştir (Nisa Suresi, 34). Üstelik dayak cezasının şekli ve şiddetine bir çok kısıtlamalar getirmiş, uygulayıcının keyfine bırakmamıştır. (Ay, 1995: 80-84)
Gelenek ve göreneklerin, yaşanmış tecrübelerin etkisinin bir anda ortadan kaldırılamayacağı göz önünde bulundurulursa, İslam'ın neden dayağı tümüyle kaldırmayıp, sınırlandırmalarla yetindiği daha kolay anlaşılacaktır.
Eğitim amaçlı çocuğun dövülmesine izin veren şu hadisi, dayağa izin veren hadislere örnek olarak verebiliriz: "Yedi yaşına varınca çocuklarınıza namaz kılmalarını emredin, on yaşına vardığında (yine kılmazlarsa hafifçe) vurabilirsiniz" (İbn. Hanbel, el-Müsned, 84/954).
Burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus var ki, çocuğun namaz kılmaya alıştırılması ve bunun ondan istenmesiyle, bunu yapmadığı takdirde dayakla cezalandırılabileceğinin ifade edildiği dönem arasında üç yıl gibi uzunca bir zamanın bulunmasıdır. Hz. Peygamberin günlük yaşantısındaki tutumları örnek alınırsa, bu tarz bir yaklaşımla, çocuğun ailesine uyum için kendiliğinden büyük çaba harcadığı 7-10 yaş döneminde, gelişim seviyesi göz önünde bulundurularak yapılacak her türlü eğitim cezalandırmaya gerek duyulmadan başarıya kavuşacaktır.
Hz.Peygamberin çocuklarla olan münasebetini ve özellikle de onları cezalandırma konusundaki yaklaşımını şu rivayet tümüyle göz önüne sermektedir: Enes bin Malik, Hz. Peygamberin Medine'de yaşadığı on yıl boyunca ona hizmet etmiştir. Hizmet etmeye başladığında 10 yaşındadır ve henüz çocuktur. Hayatının, 10 yaşından 20 yaşma kadar olan on yıllık kısmını peygamberimizle geçirmiştir. Enes, peygamberimizin kendisiyle olan münasebetini şu şekilde dile getiriyor: "Rasulullah (s.a.v.)'a on sene hizmet ettim. Vallahi bana hiçbir defa üf demedi. Bir şey için: Niye böyle yaptın? Şöyle yapsaydın ya! demedi." (Müslim, Fedail, 51) Rivayetin başka bir şeklinde de "Ben kendisine seferde ve hazarda hizmet ettim" ziyadesi yer almaktadır. (Müslim, Fedail, 52) Bu rivayetin Hz. Peygamberin çocukları cezalandırma konusundaki tutumunu ortaya koymaya yeterli olduğunu düşünüyoruz. Çünkü hadiste peygamberimizin anlık, günlük değil, on senelik bir yaşam dilimi, aynı zamanda yolculuk ve ev hali de dahil olmak üzere her hali göz önünde bulundurulmaktadır. Nihayetinde Enes henüz çocuktur ve 10 yaşına kadar da Peygamberimizin terbiyesi altında bulunmamıştır. Bu hususlar göz önünde bulundurulduğunda Hz. Peygambere hizmet ederken bir çok hataya düşmesi, ceza gerektirecek davranışlarda bulunması doğaldır. Nitekim yine kendi anlattığı bir olay buna örnektir: "Rasulullah (s.a.v.) ahlakça insanların en güzellerindendi. Bir gün beni bir hacet için gönderdi. Ben: Vallahi gitmem, dedim. Halbuki içimden Rasulullah'ın bana emrettiği işe gitmek geliyordu. Derken dışarı çıktım ve çocukların yanına uğradım. Onlar çarşıda oynuyorlardı. Birdenbire arkamda Rasulullah (s.a.v.) kafamı tutuverdi. Ona baktım, gülüyordu. "Ey Enescik, sana emrettiğim yere gittin mi?" dedi. Evet! Gidiyorum ya Rasulallah! dedim" (Müslim, Fedail, 54).
Bunların dışında cezalandırılacak davranışlarda bulundukları halde peygamberimizin çocuklara ceza vermediği, davranışının nedenini anlayarak, ona nasihatte bulunduğu, olumsuz davranışa alternatif olumlu davranışlara yönlendirdiğine dair başka rivayetler de mevcuttur (Demir, 1999).
Ailede gerçekleştirilen din eğitimi ve öğretiminde, gerek iman ve ibadet konularının öğretimi, gerekse ibadetlere karşı teşvik ve yönlendirmelerde, dayak cezasına başvurulmamalıdır. Zira dayak cezasıyla, adeta zorlamayla yaptırılan din eğitimi ve öğretimi, bu baskının ortadan kalktığı yıllar olan ergenlik öncesi ve ergenlik yıllarında, çocuğun ibadetleri terk eden, dini değerlere sırt çeviren biri olmasına sebebiyet verebilir. Bu nedenle ailedeki din eğitiminde, eğer başvurulması mutlaka gerekiyorsa; ilgi göstermemek şeklinde manevi bir ceza türü olmalı, gerektiğinde tenkit ve uyarı cezası denenmeli, en uç noktada azar ile yetinmelidir.
Önceleri kötü bir harekette bulunan çocuklar dayakla eğitilmeye çalışılıyordu. Bu konuda, dövülen çocuğun doğru yolu bulduğunu anlatmak için, ‘dayak cennetten çıkmadır’ veya kız çocuğuna baskı yapmayan anneler için; ‘ kızını dövmeyen dizini döver’ gibi sözler oldukça geçerliydi. Bugün de bu deyimler halk arasında kullanılmaktadır. Aslında dayak yiyen çocuk çok defa suçu kendine açıklanmadığı için ve bu konuda kendisi ikna edilmediği için suçunun nedenini anlayamaz. Bundan dolayı kendisini dövene karşı da içten bir kin besler ve daha sonra bu tür olumsuz fiilleri işlemeye devam edebilir.
Kaynakça:
Ay, Mehmet Emin (1995). Din Eğitiminde Mükafat ve Ceza, Nil Yayınları, İstanbul.
Çaplı, Orhan (1973). Çocukların Gençlerin Eğitimi , Ayyıldız Matbaası, Ankara.
Demir, Bekir (1999). Peygamber Efendimizin Çocuklara Davranışları, Adım Yay., İstanbul
Enç, Mitat (1974). Ruh Sağlığı Bilgisi, İnkılap ve Ata Kitabevi, İstanbul.
İbn Hanbel, İmam Ahmed (2003). el-Müsned, Çev. Rıfat Oral, Ensar Yay., Konya.
Kağıçıbaşı, Çiğdem (1988). İnsan ve İnsanlar, 7. Baskı, Evrim Yayınları, İstanbul.
Kart, K. (2003). Sosyokültürel ve Demografik Yönden Bursa’da Çocuk Suçluluğu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı, Bursa.
Mevdudi, Seyyid Ebul Alâ (1983). Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, 2. Baskı, Çev., Ahmet Asrar, Pınar Yay., İstanbul.
Müslim, Ebu'l-Hüseyin b. Haccac el-Kuşeyri En Nişaburi (1983). Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, Çev. Ahmed Davudoğlu, Sönmez Neşriyat, İstanbul.
Ovacık, Aslı Cennet (2008). Aile İçi Şiddetin Erkek Çocuğun Şiddet İçeren Suç İşleme Davranışına Etkileri, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü, İstanbul.
*Yazarımıza görüş ve önerilerinizi abdulvht@sakarya.edu.tr eposta adresi aracılığıyla gönderebilirsiniz. |