|
Faydalı Linkler |
|
|
|

|

Dr.Öğr. Üyesi Musa Aksoy
31.05.2020
MUSTAFA SAĞİR’ İN YAKALANMASINDA İHSAN AKSOLEY
VE MEHMET AKİF’İN ROLÜ
İstiklâl Savaşı’nın gizli teşkilâtlarından M.M.gurubu üyesi olan İhsan Aksoley’e, ünlü yazarlardan Ruşen Eşref Bey’in ( Ünaydın) Ankara’ya gönderilmesi emri verilmiştir. Bu görev yerine getirildikten bir süre sonra da, eşi Saliha Hanım’ın Ankara’ya gönderilmesi talimatı alınmıştır. Bu vazifenin yerine getirilmesi işi de, yine İhsan Aksoley’e verilmiştir.
İhsan Aksoley emri alınca, Ruşen Eşref’in eşi Saliha Hanım’ın Nişantaşı’nda oturduğu evine gider. Orada, Ankara’dan gelen emri kendisine okur ve ne zaman hareket edebileceğini sorar. Bunun üzerine Saliha Hanım, “ derhal harekete hazır ” olduğunu söyleyince, İhsan Bey hemen İstanbul’dan çıkış için gerekli evrakın hazırlanmasına başlar ve bir süre sonra da, Saliha Hanım’ı İnebolu’ya gidecek olan Ümit Vapuru’na bindirir. Ankara’ya gidecek olan kurye zarfını da kendisine verir. Eğer bir tehlike ile karşılaşacak olursa, zarfı denize atmasını sıkıca tenbih eder.
Saliha Hanım’dan ayrılıp Sirkeci’ye çıktığında Bâb-ı Âli’de bulunan İleri gazetesinin matbaasına gider. Gazetenin başyazarı Cavid Bey onu görünce:
-“ İhsan Bey, çok mühim ve çok acele bir haberim var. Derhâl Neşet Bey’i görmek istiyorum” der. İhsan Bey de:
-“ Bu saatte Neşet Bey’i bulamam. Haberinizi bana söyleyiniz. Kalkmak üzere olan kuryemize yetiştireyim” cevabında bulunur. O da:
-“ Size veremem. Bu haberin derhâl Mustafa Kemâl Paşa’ya ulaşması lâzım. Gecikmesinden siz mesul olursunuz ve manevi ıztırap çekersiniz” der. Bu sözler üzerine İhsan Bey de:
-“ Bu haberi hemen bana vermemekle, ileride siz de benim durumuma düşersiniz” şeklindeki, karşılıklı ikaz ve uyarılardan sonra Ferit Cavit, odasının kapısını kilitler ve kasadan çıkardığı bir zarfı İhsan Bey’e uzatarak:
-“ Bu zarf, Hind Müslümanlarının temsilcisi Mustafa Sağir’e gönderilmek üzereyken elime geçti. İçinde gizli yazı vardır. Mustafa Sağir’in casusluğunu ispat edecek yegâne vesikadır. Bu zarfın emin bir vasıta ile, süratle Mustafa Kemal Paşa’nın eline verilmesi ve durumun anlatılması lâzımdır. Aksi hâlde Mustafa Kemal Paşa’yı kaybederiz” uyarısında bulunur.
Mustafa Sağir, Hind Müslümanları adına Anadolu’ya çok miktarda para getireceğini vaad eden, gerçekte ise bir İngiliz casusu olan bu şahıs, kendisinin Hind Müslümanlarının hakiki temsilcisi olduğuna, Mehmet Akif de dahil, İstanbul ve Anadolu halkını inandırmıştır.
İhsan Bey, Cavid Bey’in verdiği zarfı alır ve hemen Ümit Vapuru’na giderek, zarfı Saliha Hanım’a teslim eder. Zarfın önemini anlatıp, Mustafa Sağir’in casusluğuna dair tek belgenin bu olduğunu, Ankara’ya varır varmaz, Mustafa Kemal Paşa’nın eline teslim etmesini ve ölmedikçe başka bir şahsa, asla teslim etmemesini, hatta zarfı koynunda saklamasını sıkıca tembih eder.
Bu önemli vazifeyi yerine getirdikten sonra, akşam geç vakitte evine gider; görevini yerine getirmenin verdiği huzur içinde yatıp uyur. Sabah kalktığında ise, gazetede Ümit Vapuru’nun resmini görür. Ambarlarında, Anadolu’ya silâh kaçırıldığı ihbarı üzerine, Yunanlıların gemiyi kontrol altına aldığı haberini büyük bir üzüntü ile okur. Buna Fena halde üzülür.Fakat, İhsan Bey’in üzüntüsü, ne ambarlardaki silâhlar, ne de Saliha Hanım’a verdiği kurye zarfı içindir. Onun canını sıkan tek şey, Saliha Hanım’a koynunda saklamasını söylediği, Mustafa Sağir ile alâkalı olan küçük zarftır.
Gazetede bu haberi okuduktan sonra, hemen yatağından fırlar, Harem iskelesinden vapurla karşıya geçip, bir kayıkla limanda demirli olan Ümit Vapuru’nun etrafında dolaşmaya başlar. Yunan askerleri güvertede nöbet tuttuğu için yukarı çıkmak yasaktır. Bütün bu çaresizlik ve sıkıntılar içinde kıvranırken, bir ara güvertede Saliha Hanım’ı görür. Koynundaki zarfı hemen ( istihbarattan olan) gemi kaptanına verip, kendisine ulaştırmasını rica etmesini, Yunanlı nöbetçilere çaktırmadan çeşitli işaretle anlatır. Sonra rıhtıma çıkıp kaptanı beklemeye başlar. Uzun bir beklemeden sonra, gemi kaptanı acentelere mahsus özel bir çantayla büyük zarfı getirir. Hâlbuki, onun aklı fikri, Saliha Hanım’ın koynuna koyduğu küçük zarftadır. Çünkü, ötekinin birer kopyaları elinde vardır. Ama, Mustafa Sağir ile ilgili zarfın ikinci bir kopyası yoktur.
Hemen kaptanla Saliha Hanım’a tekrar haber gönderir; kendisi de yine, kayıkla Ümit Vapuru’nun etrafında dolaşarak, koynundaki zarfı kaptana vermesini işaretlerle anlatır. Nihayet, akşama doğru ikinci çıkışında kaptan küçük zarfı getirir. Böylece, İhsan Bey de derin bir nefes alır.
İhsan Bey, akşam evine gider, silâhını ateş etmeye hazır hale getirip, kapılarını da sıkıca kapattıktan sonra, gece boyunca Ferit Cavit’in bu zarfı nasıl ele geçirdiğini düşünür ve sonuç olarak, onun ikili oynayan, hem İngilizlere hem de bize muhbirlik yapan bir ajan olduğu hükmüne varır ve bundan böyle de, kendisine yaptığı ziyaretleri seyrekleştirir. Daha sonraki gelişmeler İhsan Bey’i bu düşüncelerinde haklı çıkarır.
Ertesi sabah Yıldız Sarayı’na gider. Orada bulunan Neşet Bey’e meseleyi anlatır. Aralarında yaptıkları müzakere sonucunda zarfı tekrar Saliha Hanım’la – ki gemi hâlâ limandan ayrılmamıştır-,Ankara’ya göndermeyi kararlaştırırlar. Bu karar üzerine tekrar Saliha Hanım’a teslim edilen zarf, salimen Atatürk’e ulaştırılır. Bir süre sonra Atatürk, kendisine getirdiği zarfta yazılı olanları bilip bilmediğini Saliha Hanım’a sorar. O da, haberi olmadığını söyleyince, Atatürk zarfın içinde yazılanları kendisine okur. Bunlar:
“ a) Mustafa Kemâl, mutat olarak evinden hangi saatlerde çıkar, hangi saatlerde döner?
b) Mustafa Kemâl, otomobilin neresinde oturur?
c) Mustafa Kemâl’in hususi doktoru kimdir?
d) Mustafa Kemâl’in dişçisi kimdir?
e) Mustafa Kemâl’in ilaçları hangi eczanelerde yapılır” maddelerinden ibarettir .
Olayların seyri bu şekilde devam ettiği sırada, Anadolu’ya geçen İhsan Bey, Genel Kurmay başkanlığı telsiz ve telgraf istasyon kumandanlığına tayin olmuş ve o sırada, “ İstanbul işgal kumandanlığı -zannederim General Harrington- karargâh telsizi beni aradı ve çok acele mühim bir telgrafı olduğu” haberini verince, durumu hemen dışişleri bakanı Yusuf Kemal Bey’e bildirir. O da, telgrafı almasını, fakat “ telgrafın alındığını teyit etmemesini” söyler.
Telgraf Fransızcadır. İhsan Bey telgrafı alırken, cümle cümle hariciye vekili Yusuf Kemal Bey’e okur. Telgrafın konusu, “yakalanan ajan Mustafa Sağir’in idam edilmemesi konusunda hükümete verilen çok şiddetli bir nota’dır.”
İhsan Aksoley, telgrafın alındığını tasdik etmemek için, “ şiddetli atmosferik tesiratı” karşı tarafa mazeret olarak bildirir. İngilizler telgrafı tam üç kez tekrar ederler. İhsan Bey de, her defasında hep aynı mazereti, “ atmosferik izacını -bozukluğu” bahane eder. Zaten Mustafa Sağir de o arada idam edilmiştir.
Mehmet Akif’in Ailesi ile Hindli Ajan Aynı Gemi de .
Emin Akif bu olayı daha farklı bir açıdan anlatmaktadır. Mehmet Akif’in Ankara’da geçen hayatına dair hatıralar, oğlu Emin Akif Ersoy’un ağzından 1948 yılında, Cemal Kutay tarafından çıkartılan Millet Mecmuası’nda yayınlanır. Bu hatıralarda, Akif’in Ankara’ya gidişi, orada bulunduğu sırada, bir yandan Kuva-yı Milliyeye dair çalışmalarını sürdürürken, diğer taraftan da aklı hep İstanbul’da yalnız kalan ailesiyle meşguldür. Posta haberleşmesi olmadığından, onlardan haber alamadığı gibi, maddi destekte de bulunamıyordu. Ayrıca, o sıralarda Konya’da isyan emareleri baş göstermeye başlamıştı. O yüzden, halka nasihat etmek üzere, üstadın Konya’ya gitmesi münasip görülmüştü. Akif, bu karar üzerine Konya’ya gitmiş, orada halka birtakım nasihat ve telkinlerde bulunarak, memleketin yıkılmak üzere olduğunu, bütün milletin bir vücut halinde birleşerek, Ankara’da kurulan hükümete yardım etmeleri lâzım geldiği yolunda telkinlerde bulunması üzerine, Konyalıların kendisine:
-“Biz Selçuk oğullarındanız. Bizden olmayan bir hükümetin yıkılmasından bize ne?” dediklerini ve bunu her anlattığında da, gözlerinin yaşla dolduğunu Eşref Edip nakletmektedir.
Kafasında ailesi ile ilgili bu endişe ve sıkıntılar içinde kıvranarak, oğlu ile birlikte Konya’ya
giden Akif, orada yaptığı Kuva-yı Milliye lehindeki çalışmalarından sonra, Ankara’ya dönerler. Koyun Pazarı’nda bulunan Hacı Kadir Ağa’nın dükkânında öğle yemeği yerken, orada, Bolulu eski emektar aşçılarından Halil Ağa ile karşılaşırlar. Halil Ağa, Akif’in itimat ettiği bir dostudur. O yüzden Akif bu Halil Ağa’yı, ailesini İstanbul’dan Ankara’ya getirmekle görevlendirir. Halil Ağanın İstanbul’a hareket edişinden bir süre sonra, Emin Akif de babası ile birlikte, Ankara’dan aileyi karşılamak için İnebolu’ya giderler.
İstanbul’dan Halil Ağa’nın gözetiminde Bahri Cedit vapuru ile yola çıkan aile, İnebolu’ya geldiklerinde, denizdeki fırtına yüzünden karaya çıkamazlar. Deniz çok dalgalıdır, bu yüzden Bahri Cedit limana yanaşamaz. O gün, Bahri Cedit gemisinden dört çifte sağlam bir kayık, sadece tek bir yolcu alır: O da, ajan Hindli Mustafa Sağir’dir.
Emin Akif, Mustafa Sağir’in Hint Müslümanları ile kurtuluş mücadelesi veren Türkiye’nin münasebetlerini tanzim etmek için, İslâm âlemi adına Ankara Hükümeti nezdinde, sözde elçi (?) olarak gönderilmiş olduğunu, o yüzden kendisine, Hindistan’ın Ankara Hükümeti’ni alkışlayan bir ferdi, İslâm âleminin Anadolu’da bulunan temsilci bir üyesi süsünü verdiğini, Mehmet Akif de, eskiden beri İttihâd-ı İslâm teşkilâtında çalışan bir fikir adamı olduğu için, Mustafa Sağir ile samimi olup, onun iç yüzünü henüz bilmeden, bu İngiliz casusunu kaç defa, Tacettin Mahallesi’ndeki evine davet ettiğini, bu arkadaşlıktan kendi hesabına faydalanmayı düşünen Hintli casus da, haberleşme işlerinde babasının adresiyle mektuplaşmayı uygun görmüş olduğunu belirttikten sonra:
“ Lâkin Mustafa Sağir namı ile Hindistan’dan, İstanbul’dan, hatta Mısır’dan babamın adresine o kadar çok mektuplar, koca koca zarflar geliyordu ki, peder şüphelenmeye başladı. Hiç unutmam. İstanbul’dan Mustafa Sağir’e gelen büyük bir zarfın bir ucu kazara yırtıldı. Zarfın muntazaman katlanmış sahifelerce muhteviyatı görünüyordu. İkimizin de nazarı dikkatinin çeken şey, zarfın içindekilerinin “yazısız” oluşuydu. Babam artık dayanamadı. Zarfı yırtarak açtı. Satırsız büyük eser-i cedit kâğıtları bomboştu. Yalnız bu kâğıtları katlayan bir tabakada üç dört satırlık bir yazı vardı. İstanbul’da havaların yağmurlu gittiğinden bahsediyor. Mustafa Sağir’e muvaffakiyetler temenni ediliyordu. Daha sonra diğer sahifeler tahlil edildi. Mektubun, bu gibi hallerde kullanılan kimyevi mürekkeple yazıldığı anlaşıldı.
Aradan üç dört ay geçtikten sonra, aynı adamın Ankara’da Büyük Millet Meclisi karşısındaki meydanlıkta asılmış cesedini gördüm. Kurnaz bir İngiliz casusu olan bu Hintli’ye hiç acımadım. Mustafa Sağir, Sağir değil kebir bir hain olmasının cezasını hayatı ile ödedi; darağacında can verdi .” ifadesinde bulunur.
NETİCE:
Topkapılı Cambaz Mehmet, Mustafa Kemal’in Şişli’deki evinde onunla gizli görüşmesi sonucunda aldığı emir üzerine İstanbul’un işgalinden evvel M.M. Gurubunu kurar. Teşkilâtın görevi ise, İstanbul’dan Anadolu’ya savaş için gerekli olan her şeyi kaçırmaktır.
Yaptığı ilk toplantıda, İ’tilâf devletlerinin 13 Kasım’da İstanbul’u işgal edecekleri haberini yüzbaşı Galip Bey’den alınca, İ’tilâf devletlerinin ilk hedefinin, Mustafa Kemal Paşa olacağını düşünen Cambaz Mehmet, onun Şişli’deki evi etrafında yoğun güvenlik tedbirleri alır.Bunun ardından yapmış olduğu toplantıda, ilk ele alınan konu, silâhların depolardan çalınıp nasıl taşınacağı konusudur. Bu tartışma sırasında Topkapılının, İstanbul’un tanınmış bütün hırsız ve yankesicilerinin emrinde olduğunu söylemesi, guruptakilerin gülüşmesine sebep olur. Bunu gören Topkapılı arkadaşlarına, bunları küçümsememeleri gerektiğini; hırsızdırlar, yankesicidirler, ama en az benim ve sizin kadar vatansever olduklarını, hepsinin vatan için ölmeye ant içmiş birer serdengeçti olup, harekete geçmek için emir beklediklerini hatırlatma gereği duyar.
1 Mayıs 1919’da Emin Ali Bey’in isteği üzerine yapılan toplantıda, Mustafa Kemal’in Türkleri sindirmek ve silâhlarını toplamak üzere padişah tarafından müfettiş olarak görevlendirildiği, bu konuda kendisine verilen talimatnameyi de,yanında getirdiğini belirttikten sonra, odada bir kahkaha ve bir neşe tufanı kopar. Topkapılı ise düşüncelidir. Çünkü, İtilâf devletlerinin bu hareketi tasvip etmeyip, önlemeye çalışacağını, bunu başaramazlarsa, Mustafa Kemal’e suikast düzenleye bilecekleri endişesini dile getirir. Bu endişe üzerine, 15 Mayıs 1919 günü, Galata Rıhtımı’nı tepeden tırnağa silahlı adamları ile doldurur. Ayrıca, adamları arasından seçtiği 50 tane yetenekli İnebolulu fedai genci de, Bandırma Vapuru’na yerleştirir.
Anadolu’da bu hareket başlatılırken, İstanbul’da da sırtını İşgal Kuvvetlerine dayayan ve hükümetin iktidarsızlığından da istifade eden ihanet şebekeleri, birer birer ortaya çıkar. Diğer taraftan, Karadeniz Ordusu Başkomutanlığına atanan General Milne de, Cambaz Mehmet’in tahmin ettiği gibi, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’dan Anadolu’ya ayak basmasından kuşkulanır ve onun yetkilerinin kısıtlanması için hükümete devamlı baskı yapar. Bu baskı sonucunda, Mustafa Sabri Efendi başkanlığında toplanan bakanlar kurulu, Mustafa Kemal Paşa’yı görevinden azleder.
İstanbul’da ve hükümet cephesinde bunlar yaşanırken, Topkapılı da boş durmaz. İşçileri, arabacıları ve barış zamanlarında kanunsuz işlerle uğraştıkları için toplum tarafından dışlanan, kanun dışı ilan edilen ne kadar hırsız ve yankesici varsa, askerlerle birlikte onları da teşkilâtlandırır. Bu teşkilatın içinde İstanbul’un kaymak tabakası, sosyetesi ve şehrin önde gelen eşrafının aile fertleri yoktur. Barış zamanında ülkenin kaymağını yiyen bu tabaka, savaş zamanında da, menfaatini korumak için ya Şişli semtlerinde dolaşarak günlük menfaatini kollamış, ya da İngilizlerin yoğun olduğu yerlerde dolaşıp, sahip oldukları hakları-ülkeyi değil-koruma uğruna, her çeşit yolu mubah sayan bir politika takip etmiştir. Sözü edilen bu toplum kesimi, verilen mücadelenin içinde yoktur.Barışta olduğu gibi, savaşta da yük yine, Mehmetçikle birlikte toplumun alt tabakasını oluşturan fertlerin omuzlarına yüklenmiştir.
Bunlardan sonra, üniversite gençliğine el atan Topkapılı, Beykozlu Temel Kaptan’ın teknesi ile ilk gençlik gurubunu Mustafa Kemal’in emrine gönderir. Ayrıca, saraylarda çalışan hizmetçiler yoluyla da, oralarda olup bitenleri öğrenip, sıcağı sıcağına Ankara’ya bilgi verir.
İstanbul’da, olayların bu şekilde cereyan ettiği sırada, yerli iş birlikçileri teşkilâtlandırmak için, Yunanistan‘dan da misafirler gelir. Bunlar, yerli Rumları silâhlandırmak için gelen jandarma Albayı Alexandros ile İstanbul’a Yunan gizli servisini kurmaya gelen Alexandro Pulo’dur. Fener Rum Patriği de, bunları karşılamak için bir gurup adamı ile Sirkeci Garı’nda bekler. Amaç,yerli Rumları teşkilatlandırıp isyana teşvik etmektir.Sonuç başarılı olursa, bunun adı bağımsızlık savaşı, ya da halkın Türklerden kurtuluş mücadelesi şeklinde değerlendirilecektir.
Bu sırada, çalışmalarına darbe vuran baş belâsı yüzbaşı Bennet’e yaptığı suikast sonucu, Kürt Mustafa Paşa başkanlığındaki yüksek mahkeme tarafından idama mahkum edilen Topkapılı, Papaz Fru’nun Kürt Mustafa’ya gönderdiği tehdit mektubu sayesinde idamdan kurtulur. Ama General Harrington Topkapılı’nın peşini bırakmaz. Onun için özel bir suikast planı düzenler, fakat başarılı olamaz.
Savaşın sona erip, Türk Ordusu’nun İstanbul’a girmesinden bir süre sonra, Topkapılı Ankara’ya davet edilir. Bu davet üzerine Ankara’ya giden Topkapılı, kılıksız diye,Cumhurbaşkanlığı köşkünün kapısındaki güvenlik görevlisi tarafından içeri alınmaz. Atatürk’ün yaverine haber verir. Yaver gelir; onları alıp paşaya götürür.
Görüşme sırasında Atatürk kendisine, İstanbul’dan mebus olması teklifinde bulunur. Fakat Topkapılı, bu teklif ve iltifata teşekkür edip, kibarca geri çevirir.
Mustafa Kemal, General Harrington’ın makam arabasını çalıp, Akşehirde kendisine verilmek üzere Maraşal Fevzi Çakmak’a teslim eden ve böylece General Harrington’ı bile çileden çıkaran bu fedakar gençteki liyâkat ve zekâyı, yıllar öncesinden keşfetmiştir.Paşa, onun fadakârlığını, vatanına olan sevgisini ve yaptığı hizmete karşılık beklemediğini bilmekle birlikte, yine de onun bunca emeğinin karşılıksız kalmasına gönlü razı olmaz. Ona, vatana yaptığı hizmet dolayısıyla, o gün için hayli yüksek olan hatırı sayılır, aylık 1500 lira gibi bir maaşı,Türkiye Büyük Millet Meclis’i kararıyla bağlatır.Bu düşünce,Mustafa Kemal’in hem ona verdiği değeri, hem de bunca subay varken Topkapılıyı neden teşkilatın başına getirdiğini, göstermesi bakımından önemlidir.Ancak o,kendisine yapılan mebusluk teklifini reddettiği gibi, bunu da kabul etmez.Çünkü o, bu hizmeti para karşılığında yapmamıştır.Bu parayı, Kızılay’a bağışlamasını yaverine emreder.Kendisi de kalan hayatına, İstanbul şehir meclisi üyeliğinden aldığı cüzi bir ücretle mütevazi hayatına devam eder.
Ölümünden sonra geride bıraktığı eşi ile tek varlığı olan oğlu Ali Büyük Yılmazel’le, Atatürk ve Fevzi Paşa sağlıklarında ilgilenirler. Fakat onların ölümünden sonra, kendileriyle kimse ilgilenmez. Varını yoğunu, tutulduğu göz hastalığının tedavisi için harcayan Büyük Yılmazel, sefalet içinde, fakat onuru ile kimseye el avuç açmadan sessizce bu dünyadan ayrılır.
Bu büyük mücadelede bulunan teşkilâtın bir diğer önemli siması da, telgraf muhabere subayı İhsan Aksoley’dir. Genç yaşta vatan hizmetine gönüllü olarak talip olduğu için, Enver Paşa’nın da takdirini kazanan bu genç subay, Afrika’da düştüğü düşman esaretinden kurtulup İstanbul’a döndükten sonra, istihbarat teşkilâtında göreve başlar. Ruşen Eşref Bey gibi önemli kişilerin Ankara’ya kaçırılması ve Ferit Cavit gibi iki yönlü-hem İngilizlere hem de Türklere-ajanlık yapanlar ile Mustafa Kemal’e suikast planlayanların yakalanmasında önemli hizmetler görür. Onun bu istihbarat çalışmaları sayesindedir ki, Hintli ajan Mustafa Sagir, Ankara’da yakalanır ve General Harrington’ın bütün engellemelerine rağmen, idamdan kurtulamaz.
Emin Akif,1948’de Cemal Kutay’a verdiği mülâkatta, bu ajan Hint Müslümanlarını temsilen Ankara’ya geldiği için, Mehmet Akif’in onunla dostluk kurduğunu, onun da, bu dostluğun verdiği güvenle, haberleşme işlerinde Akif’in ikamet ettiği mekânı kullanmaya karar vermiş olduğunu söyler. Bir süre sonra kendisine gelen zarfın bir ucu kazara yırtılır. Zarfın içindeki kâğıtların yazısız olması Akif’in dikkatini çeker ve zarfı yırtarak açar. Yapılan incelemede, mektupların görünmez kimyevi bir mürekkeple yazıldığı anlaşılır. Konuyla ilgili, İstanbul’dan da ayrı bir dosyanın gelmesi ile artık, casusluğu kesinleşen Mustafa Sagir, Büyük Millet Meclis’i karşısındaki meydanlıkta asılarak cezalandırılır.
Sonuç itibarı ile yukarıdan beri hakkında bilgi verdiğim insanlar için, vatan bahis konusu ise, para pul ve dostluğun önemi olmaz; bu yüzden yapılan ihanete de göz yumulmaz. Topkapılı Cambaz Mehmet ve Mehmet Akif gibi idealist insanlar daima, Atatürk’ün de ifade ettiği gibi “Söz konusu vatan olunca gerisi teferruattır” fikrinden hiçbir zaman ayrılmazlar.
İhsan Aksoley, Kuleli askeri lisesinde muhabere subayı olarak mezun olduktan sonra, 1917’de telsiz ve telgraf istasyonu kurmak için, Enver Paşa’nın emri ile Fizan’a gönderilir . Fizan’a gidiş yolculuğunu, Sirkeci’den kalkan bir tren ile Adriyatik Körfezi’nde Avusturya’nın deniz üssü olan Pola şehrine, oradan da bir U-73 numaralı Alman denizaltısı ile kuzey Afrika’da bulunan Fizan’a gider. Mondros Mütarekesi’nin ilanından sonra 1919’un Eylül’ünde memlekete döner.
İstanbul’a inince bir Ermeni’nin tahriki ile işgal kuvvetleri subaylarının tacizine uğrar. Bundan sonraki hayatı, İstanbul’da bir istihbaratçı olarak Mustafa Kemal Paşa’nın emrinde, Anadolu’ya silâh, malzeme, insan kaçırma gibi işlerde çalışarak geçmiş, daha sonra da Anadolu’ya geçmiştir. Tuğ general rütbesiyle emekli olmuş, 31 Ekim 1975’te vefat etmiştir. Ruhu şâd olsun.
İhsan Aksoley,Teşkilât-ı Mahsusa’dan Kuva-yı Milliye’ye, Kahraman Bir Türk Subayının Anıları, İstanbul,2009,s.138.
İhsan Aksoley,Teşkilât-ı Mahsusa’dan Kuva-yı Milliye’ye, Kahraman Bir Türk Subayının Anıları, İstanbul,2009,s.138.
Olayların daha sonraki gelişmeleri, Ferit Cavit’in ikili oynayan bir ajan olduğu yolundaki düşüncesinde İhsan Aksoley’i haklı çıkarmıştır. İstiklâl Mahkemesi kayıtlarına düşen bilgilerde, Mustafa Sagir’in, 10 yaşından itibaren İngilizler hesabına casusluk yapmak üzere, özel olarak yetiştirildiği, İngiliz Dışişleri Bakanlığının onayı ve İngilizlerin İstanbul’daki ajanı Albay Nelson’ın emriyle de İstanbul’a getirildiği anlaşılmıştır.
Mustafa Sagir, kendisine sorulan bir soru ya verdiği cevapta da, suikast konusunda tecrübeli bir ajan olduğunu itiraf etmiştir. Bu konuda, Afgan Emiri için hazırladığı bir öldürme planının, başarı ile uygulandığını mahkeme huzurunda itiraf etmiş,bu tecrübesini Ankara’da da tekrarlamak için geldiğini söylemede bir sakınca görmemiştir.İngilizler,Mustafa Kemal’in yanı sıra Şeyh Sünusi hakkında da bilgi istemektedirler.Mustafa Sagir’e gönderilen son mektupta bu yolda da bilgi istenmektedir.Mustafa Sagir bu faaliyetlerinde tek başına değildir.Ferit Cavit ile birlikte,eski Bağdat Belediye Reisi İzzet ve deniz teğmeni Ürgüplü Arif Paşazâde Mehmet Ali de, ona yardım eden yerli ajanlardandır.
Ferit Cavit, Mustafa Sagir’in İstanbul’daki haberleşme ayağını oluşturan bir gazetecidir. O,para karşılığında, İngiliz casus örgütü başkanı Nelson ile Mustafa Sagir arasındaki haberleşmeye aracılık eder.Mustafa Sagir’den aldığı gizli raporları Albay Nelson’a, ondan aldıklarını da Mustafa Sagir’e
ulaştıran bir aracıdır. Çünkü Mustafa Sagir, Ankara’da Mehmet Akif’in ikametgâhını, İstanbul’da da Ferit Cavit’in ikametgâhını kendisine yazışma adresi olarak seçmiştir.
İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanması sonunda, suçu sabit görülen Mustafa Sagir, oy birliği ile idama, Ferit Cavit’in Mustafa Sagir yakalanmadan önce yaptığından pişmanlık duyup, durumu İstihbarat Komisyonu Reisi Binbaşı Rıza Bey’e haber vermesi, hafifletici bir sebep sayılıp, oy çokluğu ile ömür boyu kürek mahkumiyetine, Bağdatlı İzzet oy çokluğu ile kalebentliğe, teğmen Mehmet Ali’nin casusluğu ise, sabit görülmediği ve kendisinde yeterince milli mücadele direnci olmadığı için oy çokluğu ile İstanbul’a iadesine karar verilmiştir.
(Alpay Kabacalı, Türkiye’de Siyasal Cinayetler,3.Baskı, s.228-229, Gürer Yayınları,İstanbul,Ekim 2007,s.228-229)
İhsan Aksoley,Teşkilât-ı Mahsusa’dan Kuva-yı Milliye’ye, Kahraman Bir Türk Subayının Anıları, İstanbul,2009,s.146-147.
Eşref Edip, Mehmet Akif,Birinci cilt,İkinci Tab’ı, Sebilürreşad Neşriyatı,1960,İstanbul,1960,s.142.
Cemal Kutay, Necid Çöllerinde Mahmet Akif, Cemal Kutay Kitaplığı 8, İstanbul,1978,s.162-164.
*Yazarımıza görüş ve önerilerinizi bilgi@sakaryaaydinlarocagi.org e-posta adresi aracılığıyla gönderebilirsiniz.
|